MART NİSAN 2023 Yüzü gülen çocuklar için az kaldı... Ülkemiz felaketten felakete sürükleniyor. Ekonomik felaket ise çığ gibi büyüyerek sürüyor. Sokaklar mutsuz insanlar ile dolup taşıyor. Bütün ülke gelecekten endişeli. Neyse ki önümüzde bir seçim var ve kamuoyu anketleri ülkeyi bir yönetim değişikliğinin beklediğini gösteriyor. Sanırız yüzü gülen çocuklar görmemize az kaldı. Hani "Sanki yer yarıldı" denir ya... İşte o gerçekleşti. Ne yazık ki; yine böyle büyük bir felakete hiçbir şekilde hazır olmadığımız ortaya çıktı. Ülkenin afetlere karşı görevli olan kurumları bırakın en kısa zamanda yardıma koşmayı günler geçtikten sonra bile yardımları koordine etmeyi beceremedi. Deprem denince ilk akla gelen illerden biri olan kentimize yönelik bir dosya hazırladık. 6 Şubat depremzedelerine elinden gelen en üst yardım elini uzatan İzmir ve İzmirliler kendilerini bekleyen bir büyük depreme ne kadar hazır? Yapmamız gerekenlere bir kez daha göz atalım istedik.... Deprem dosyamız hayli ilginç bilgilerle dolu...
İZMİR DEPREME HAZIR MI?İZMİR DEPREME HAZIR MI?İzmir depreme hazır mı? Hani "Sanki yer yarıldı" denir ya... İşte o gerçekleşti. Ne yazık ki; yine böyle büyük bir felakete hiçbir şekilde hazır olmadığımız ortaya çıktı. Ülkenin afetlere karşı görevli olan kurumları bırakın en kısa zamanda yardıma koşmayı günler geçtikten sonra bile yardımları koordine etmeyi beceremedi. Biz bu dosyada deprem denince ilk akla gelen illerden biri olan kentimize odaklanıyoruz. 6 Şubat depremzedelerine elinden gelen en üst yardım elini uzatan İzmir ve İzmirliler kendilerini bekleyen bir büyük depreme ne kadar hazır? Gelin yapmamız gerekenlere bir kez daha göz atalım....
ALAÇATI MODERNALAÇATI MODERNAlaçatı Modern yola çıktı Kültür sanat alanında yaptığı projelerle adından söz ettiren Çeşme Belediye Başkanı M. Ekrem Oran, modern sanat merkezi projesi Alaçatı Modern Projesi’ni hayata geçiriyor. Arkas Holding iş birliğiyle gerçekleştirilen, bodrum ve giriş katlarında, toplamda yaklaşık 2.000 metrekare bir alanda, süreli sergi salonu, sabit sergi salonu, kafe, etkinlik ve atölyeler ile depo alanlarından oluşan modern sanat merkezi projesi Alaçatı Modern, turizm beldesinin çehresini değiştirecek. Alaçatı’da atıl bir binanın yıkarak yerine Alaçatı Modern Projesi’nin yapımına başlandığını belirten Oran, “Göreve geldiğimizde Çeşme’yi kültür, sanat ve sporla anılan bir kent yapacağımıza, işimizi, aşımızı büyüterek herkesin yüzünün güldüğü mutlu bir Çeşme yaratacağımıza söz vermiştim. Bütün sözlerimizi adım adım gerçekleştiriyor olmaktan gurur duyuyorum. Alaçatı’ya değer katacak Alaçatı Modern’i kısa sürede tamamlayarak Çeşmelilerin hizmetine sunacağız. Çeşmemize hayırlı ve uğurlu olsun” dedi.
DÜŞÜK KUR DÜŞÜK FAİZDÜŞÜK KUR DÜŞÜK FAİZTÜİK verileri ile düşük kur-düşük faiz politikasının ithalatı desteklediği ortaya çıktı Düşük kur-düşük faiz politikası, Türkiye’de enflasyon rakamlarını düşüremez ve ihracatçının daha katma değerli ihracat yapmasını önlerken, ithalatın miktar ve değer olarak ihracattan çok daha fazla artmasına, dış ticaret açığının kar topu gibi büyümesine yol açıyor.Türkiye’nin 2022 yıllarındaki dış ticaret performansı incelendiğinde ithalatı miktar bazında yüzde 8,2 artarken, bu ithalata ödediği dövizdeki yükseliş yüzde 24’e ulaştı. İhracatımızın miktar ve değer artışına baktığımızda TÜİK verileri Türkiye’nin, 2022 yılında ihracatının miktar bazında yüzde 4,8 artabildiğini, ihracattaki değer artışının ise; yüzde 8 ile sınırlı kaldığını ortaya koyuyor. Türkiye 2021 yılında 46 milyar dolar dış ticaret açığı vermişken, 2022 yılında dış ticaret açığının 110 milyar dolara dayandığı görülüyor. Türkiye’nin dış ticaret verilerini yorumlayan Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, Türkiye’nin ihracat miktarındaki artışın 2021 yılında yüzde 17 iken, 2022 yılında yüzde 5’e gerilediğini, buna karşın ithalat miktar endeksindeki artışın 2021'de yüzde 3,3 iken, 2022'de yüzde 8,2’lik ilerlediğine dikkati çekti. Dış ticaret açığı 160 milyar dolara çıkacak Türkiye’nin 11 ilini vuran büyük bir deprem yaşadığına işaret eden Eskinazi sözlerini şöyle sürdürdü; “Türkiye’nin ihracatının yaklaşık yüzde 10’unu gerçekleştiren bölgemizde yaşadığımız deprem nedeniyle üretim ve ihracatta düşüşler yaşanacak. Bu durum 2023 yılında Türkiye’nin genel performansını da etkileyecek. Diğer bölgelerimizdeki ihracatçılarımızın üzerine düşen sorumluluk bir kat daha artacak. Biz 365 gün 24 saat çalışarak bu açığı kapatmaya hazırız. Bu zeminde Türk ihracatçılarının daha rekabetçi olabileceği bir ekonomik iklim ülkemiz için daha faydalı olacaktır. Bu yönde adımlar atılmadığı takdirde dış ticaret açığımız 160 milyar dolara ulaşacaktır.”
ÜMİT BOYNERÜMİT BOYNERÜmit Boyner: "Kadın iyileşirse dünya değişir" Boyner Grup, bu yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nun deprem bölgesinde hayata geçirdiği Mor Yerleşke projesine destek oluyor. Boyner Grup Yönetim Kurulu Üyesi Ümit Boyner, projenin detaylarına yaptığı yazılı açıklamayla değindi. “Toplumsal cinsiyet eşitliğinin bir demokrasi ve insan hakları meselesi olduğu inancıyla uzun yıllardır kadınların eşit, adil, özgür bir hayat sürdürebilmesi için hassasiyetle çalışıyoruz. Ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü de bu konuda sesimizi daha gür çıkardığımız bir gün olarak ele alıyoruz. Olağan şartlarda bu günlerde Dünya Kadınlar Günü kapsamında hazırladığımız iletişim çalışmalarını paylaşacaktık. Ama şu an olağan şartlarda değiliz. Deprem haberini aldığımız andan itibaren bölgeye ayni ve maddi yardım ulaştırmak için var gücümüzle çabalıyor, yaşanan afet sonrası hayata dönmek için vatandaşlar olarak iş birliği ve dayanışma içinde olmanın gücüne inanıyoruz. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nun Mor Yerleşke projesiyle bölgeye ve bölgedeki kadınlara destek vermek için yola çıktık. Emzirme odaları, çocuklar için aktivite alanları, psikolojik danışmanlık ve daha birçok desteği barındıracak yapıları ile depremden etkilenen kadınlarımızın, çocuklarımızın, yaşı nedeniyle bakıma ihtiyaç duyan büyüklerimizin, engelli bireylerin koşullarını iyileştirmeye, en temel ihtiyaçlarını sağlayarak psikososyal açıdan güvenli alanlar yaratmamıza imkân verecek Mor Yerleşkeler ile uzun süreli bir desteğin başlangıç adımını atmayı hedefliyoruz. İlk etapta 14 adet ile destek olduğumuz ve ilkini Kahramanmaraş’ta hayata geçireceğimiz rehabilitasyon ünitelerinin sayısını çoğaltmak, daha çok kadının ve çocuğumuzun hayatına dokunabilmek adına herkesi projeye destek vermeye davet ediyoruz!"
İZMİR FAYLARIİZMİR FAYLARIProf. Dr. Övgün Ahmet Ercan: "İzmir, kentsel dönüşümle dağ ve tepelere taşınıp, eski verimli tarım alanları; Meles ile Gediz çatalağzı boşaltılmalıdır." İzmir ve dolayında genelde iki tür deprem üretecek kırıklar var. Biri yaklaşık kuzey-güney doğrultulu yaşlı kırıklar. Bunlar ortalama 5,7 büyüklüğünde, ara sıra da en çok 6,4 büyüklüğünde deprem üretebilir. Bir de, doğu-batı doğrultusunda uzanan, çoğu çöküntülü ya da düşüntülü olan kırıklar var ki, bunlar sık olmamakla birlikte 7,0 ile 7,3 büyüklüğünde deprem üretebilir. 2020 Sisam depremi ile birlikte İzmir'de yer ile yapılar çok yorulduğundan bundan sonra Midilli, Sisam, Sakız, Kuşadası, Kemalpaşa, Torbalı'da olacak her depremden İzmir etkilenecektir. Deprem için bir zaman aralığı tahmininiz var mı? İzmir içinde deprem üretecek en önemli kırık, İzmir kırığı olup, son iki bin yıl içinde yalnız üç kez 7,0 büyüklüğünde deprem üretmiştir. Körfezin güney kıyısı boyunca uzanan bu göçüntü kırığı yaklaşık 183 yıldır suskundur. Uzun erimli kestirim yöntemime göre 1980 yılında kükremesi beklenirken, gerginlik biriktirmeyi sürdürmektedir. Peki, İzmir'i etkileyecek, kent içi ve yörüngesinde oluşacak 7,0 büyüklüğü dolayındaki deprem hangi yıl beklenmektedir? 2081, bu yüzyılın sonunda İzmir'de beklenen deprem yılıdır. Bunda sapma 5 ile 10 yıl öncesi ve sonrası olabilir. Ne var ki, bunun içinde İzmir kırığı belirsizliğini korumaktadır. Çünkü, körfezin güney sınırından doğu batı olarak giden bu kırık çok seyrek aralıklarla patlamaktadır.150 ile 1000 yıl arasında seyreden bu seyreklik nedeniyle uzun erimli kestirim, çözüm yolum yalnızca İzmir kırığına özgü yapılması için veri sayısı çok kısıtlıdır. Bir diğer ilginç nokta; bir kez İzmir dolayına deprem gelince bölgedeki değişik yerlerde 7 ile 15 yıl aralarla sürmektedir. 1845-1883 arasına sığan 7 tane 7,0'dan büyük deprem vardır. Ayrıca 1928 ile 1929'da ardı ardına Torbalı ve Dikili depremleri unutulmamalıdır. İzmir bölgesinin 300-600 yıl suskunluğa da girebilmektedir. Sonuç olarak yapılması gereken İzmir, kentsel dönüşümle dağ ve tepelere taşınıp, eski verimli tarım alanları; Meles ile Gediz çatalağzı boşaltılmalıdır. Orta, ağır hasarlı binalar yıkılıp yerleri değiştirilmelidir. Gerçek budur...
İZMİR DEPREME DİRENÇLİ KENT OLACAKİZMİR DEPREME DİRENÇLİ KENT OLACAKİzmir depreme dirençli kent olacak İzmir’de yakın zamanda düzenlenen İzmir Afet Planı Deprem Hazırlık ve Dirençlilik Çalışmaları Bilgilendirme Toplantısı’nda konuşan Jeolog, Deniz Jeolojisi Uzmanı ve Bilim Akademisi Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, İzmir’in Türkiye’ye örnek olabileceğini söyleyerek, "İzmir’e bir bilim insanı olarak bir görev gösteriyorum. Yalvarıyorum. Bütün Türkiye’ye örnek olun. Depremin vurduğu bir zamanda çıkın ortaya. 'Depreme dirençli İzmir yaratacağız' derseniz bütün Anadolu peşinizden gelecektir. Bunu İstanbul'a 23 senedir bağırdık maalesef İstanbul'u daha hazırlayamadık" dedi. Kente yapılan bu çağrıya sadece yerel yönetim yöneticilerinin değil bütün İzmirlilerin sahip çıkması ve elini taşın altına koyması gerekli... İzmirlileri bekleyen en büyük görev ise belediyenin depreme dirençli kent planını denetlemek ve destek olmak... Hatta biraz ileri gidersek, "Depreme Dirençli Mahalle Komiteleri" kurmak da alınacak önlemlerin başında geliyor. Büyükşehir belediyesinin bu komitelerin kurulmasında önderlik etmesi de düşünülmeli... Şimdi gelin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in Türkiye'ye örnek olması beklenen "Depreme Dirençli Kent İzmir" için yaptığı açıklamalara bir göz atalım... Başkan Soyer özetle şunları söylüyor... İzmir'de doğal afetlerin etkilerini en aza indirmek için yapılan çalışmalar İzmir’de 30 Ekim 2020’de meydana gelen ve 117 kişinin yaşamını yitirdiği depremin ardından İzmirlilerin yaşadıkları kentte, yaşadıkları binalarda kendilerini güvende hissetmeleri için Türkiye’nin en kapsamlı deprem araştırmaları ve risk azaltma projelerini başlattık. Bütünleşik bir bakış açısı ile çalışıyoruz. İzmir’de yürütülen çalışmaların diğer kentlere de model olacağına inanıyoruz. Deprem ardından en büyük önceliğimiz İzmir’i dirençli bir kent haline getirmekti. Bunun için ivedilikle depremsellik araştırması ve zemin davranış modelinin çıkartılması için çalışmalara başladık. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, ODTÜ ve Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, yapı envanteri çalışması için İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi ile protokol imzaladık. Diri faylar haritalandırılıyor Yüksek risk taşıyan kentimizin depremselliği bugüne kadar hiç çalışılmamıştı. Üç proje kapsamında bütünlüklü bir bakış açısıyla kentimizi gelecekte etkisine alacak tıbbı jeolojiden taşkına heyelandan sıvılaşmaya kadar hepsini bir arada belirlemiş olacağız. 10 üniversiteden 43 bilim insanı ve 18 uzman mühendis ile diri fay hatlarını haritalandırıyoruz. Kenti etkileme riski taşıyan deniz ve karadaki fay hatlarını incelemek ve tsunami tehlikesini modellemek için başlatılan çalışmalar sayesinde İzmir'in depremselliği ile ilgili somut ve net bilgilere ulaşılacak. İzmir'de 100 kilometre yarıçapında belirlenen alan üzerindeki Aydın ve Manisa illerinin de bir kısmını alacak şekilde tüm diri fayların haritalandırılacağı çalışmayla, İzmir’in gelecekteki afet güvenli mekansal planlama ve yapılaşma yol haritası belirlenecek. Bu çalışma 2021 yılında başladı; 2024 yılında tamamlanacak. Zemin araştırması da sürüyor Fayların incelendiği depremsellik araştırması sürerken zemin yapısı ile zemin davranış özelliklerinin modellenmesi de Bornova’dan başlatıldı. İlçede 50 bin metrelik sondaj kuyuları açıldı. Deprem dalgalarının hareketini anlamak amacıyla bin 565 noktada ölçüm yapılıyor. Çalışmalar tamamlandığında ilçedeki her türlü afet riski göz önüne alınarak yerleşime uygunluğu değerlendirilecek. Proje kapsamında Bayraklı, Bornova ve Konak sınırları içerisinde toplam 12 bin hektarlık alanda mikrobölgeleme etüt çalışmaları yürütülüyor. Zeminin bir deprem etkisinde nasıl bir davranış gösterdiğini modellemiş olacağız. Kent merkezini 4 etap halinde hızla tamamlayacağız. İzmir’deki yapılar inceleniyor Kent merkezindeki yapıların çoğunluğun deprem direnci düşük. Yapılaşmanın yüzde 12’si 1998 sonrası deprem mevzuatına göre yapılaşmış durumda. Mevcut yapı stoku envanterini çıkartmak için çalışmalara başladık. Binanın sağlamlığı için kimlik kartları çıkarıyoruz. Depremden öncelikle etkilenen Bayraklı’da 31 bin 146 yapı incelendi. Bornova’da çalışmalara başladık. Ekipler, 62 bin yapının incelenmesi için çalışmalara yoğun şekilde devam ediyor. Bu yıl Eylül ayında tamamlanacak. Projeyi İzmir’in tamamındaki 903 bin 803 yapıya yaygınlaştıracağız. Afet yönetimine ilişkin eylem planı 2020- 2024 Stratejik Planımızın ilk adımlarından biri Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Dairesi Başkanlığı’nın kurulması oldu. Depremden 10 gün gibi kısa bir süre sonra da “İzmir Depremi Ortak Akıl Buluşması” düzenledik. Bu buluşmada üniversiteler, belediyeler, meslek odalarından tüm paydaşlarımızla bin katılımcı bir araya geldi. 15 konu başlığında deprem her boyutuyla değerlendirildi ve çözüm önerileri geliştirildi. Uzman bilim insanlarının içinde yer aldığı Afet Bilim Kurulu oluşturduk.18 Kasım’da bir araya gelerek ilgili uzmanların görüş ve önerilerini aldık. Kentimizdeki öncelikli projeleri katılımcı anlayışla belirledik. Deprem çalışmaları için İzmir Büyükşehir Belediyesi bütçesinden 200 milyon lira kaynak ayırdık. Bütünleşik Afet Master Planı hazırlıyoruz Elde ettiğimiz tüm bu veriler ile kentimizi her türlü afet tehlike ve risklerini bütünleşik olarak değerlendirmiş olacağız. Yapı ve zemine yönelik kendi kaynaklarımızla yürüttüğümüz tüm bu risk azaltma çalışmalarımızı birbiri ile entegre ederek Bütünleşik Afet Master Planı’nı hazırlayacağız. Risk azaltma eylemlerindeki kurumsal sorumluluklarımızı ortaya koymuş olacağız. Böylece kentimizin yapı zemin etkileşiminden kaynaklı risklerine dayalı mekansal önceliklerimizi belirleyerek kırılgan alanlarımızda gerekli önlemleri önceden alacağız. Tüm bilimsel verileri bir araya getireceğiz ve en sonunda kentin yerleşime uygunluk haritasını üreteceğiz. Şehrimizin jeolojik durumuna dair çalışmalar, yerüstüne dair yürüttüğümüz bu programlarla birleştiğinde, İzmir’in meskun alanlarının yeni dağılışı ortaya çıkacak. Bu yeni dağılımın tarifinde, dört ana kırmızı çizgimiz var. Fay hatları, yumuşak zeminli tarım alanları, dere yatakları ve doğal alanlar. Geleceğin İzmir’ini bu kırmızı çizgilerin arasında güvenle nefes alıp veren bir yuva olarak tasarlıyoruz. Tüm bu bütünleşik afet risk azaltma bakış açımızla doğamızla uyumlu afet güvenliğini esas alan kentleşme stratejimizle dirençliliğimizi artıracağız. Yapı ve Zemin Laboratuvarı Türkiye’nin en kapsamlı yapı ve zemin laboratuvarını kurduk. Çiğli’deki Egeşehir Laboratuvarı, gerek deprem ve zemin gerekse yapı araştırmalarında ihtiyaç duyulan deney ve analizlerin uluslararası standartlarda yapılabilmesi için önem taşıyor. 7 Eylül 2021 yılında kurduk. İzmir’i planlarken depremsellik olgusunu gözettik 2014 yılında yürürlüğe giren yasa ile 30 ilçe 1 milyon 200 bin hektar alanda hizmet veriyoruz. Üst ölçekli plan çalışmalarımızı tamamladık. Sakınılacak ve korunacak alanlar belirlendi. Korunacak alanımız yüzde 85’lik bir oranda. 11 merkez ilçemiz var. Bu ilçelerde yeni gelişim alanları önermedik. Merkez çevresini çevreleyen alanlar orman ve tarım alanı olarak belirlendi. Gelişme alanlarımız ise kuzeyde Çiğli –Menemen aksı, doğuda Kemalpaşa, güneyde Torbalı, batıda Urla Bademler aksı olarak belirlendi. Ekolojik koridorlar üzerinde tarımsal alanları da bir sit alanı olarak kabul ettik. 1/25000 ölçekli planlarımızda Afete Yönelik Plan hükümleri belirledik. Taşkın riski, sıvılaşma riski olan alanlarda yapılaşmaya açılamayacak alanlar için plan hükümleri belirledik. Yapı hakkı olsa bile sıvılaşma riskli alanlarda veya yapı yasaklı alanlarda plan değişikliği yapılması ve bu alanların yapı yasaklı alan olmasını hükme bağladık. Kentsel yeşil alanlarda toplanma alanları belirledik. 6 noktada kentsel dönüşüm Kentimizde 6 bölgede yüzde yüz uzlaşı, yerinde ve belediye garantörlüğü ilkeleriyle kentsel dönüşüm çalışmaları sürüyor. Uzundere, Ballıkuyu, Çiğli Güzeltepe, Gaziemir, Örnekköy ile Ege Mahallesi’nde toplam 6 bölgede 248 hektarlık alanda çalışmalar devam ediyor. 4 bölgede de yapım aşamaları yürütülüyor. Her dönüşüm alanında iletişim ofisi açarak süreç hakkında doğru bilgi almasını sağlıyoruz. Alan bazında proje yapıyoruz. Belediyemiz şirketi İZBETON’U yapım işine dahil ederek süreci hızlandırdık. Belediyemiz tüm hak sahiplerine kira ödemesi yapıyor. Ya da geçici iskan imkanı sağlıyoruz. İmalatın her aşamasında belediyemiz teknik personeli kontrollük hizmetlerini yürütüyor. Halk Konut Modeli Sosyal belediyecilik ilkesiyle Türkiye’ye örnek bir model olan Halk Konut projesini hayata geçirdik. Kamu gücünü kullanarak, müteahhit karını ortadan kaldırarak yurttaşlarımızı kendi evlerinin müteahhidi haline getirdik. Bayraklı’da 21 kooperatife teknik danışmanlık, müşavirlik hizmeti veriyoruz. Büyükşehir Belediyesi’nin tam kapasitesiyle vatandaşlarımızın en uygun koşullarda kendi evlerini yapmasına imkan yaratıyoruz. Acil İzmir Uygulaması Bilişim çalışmaları afet durumunda çok önemli. Kurum içinde kullandığımız telsiz sistemi. 26 tane telsiz istasyonumuz bulunuyor. Türkiye’de sadece belediyede kaynakları ile yürütülen tek sistemdir. Yüzde 90’lık bir kapsama alanına sahiptir. Wizmirnet Türkiye’nin en büyük ücretsiz internet ağıdır. 520 lokasyonda hizmet veriyor. 700 bin kullanıcısı var kayıtlı. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kendisine ait 1000 kilometrelik bir fiber altyapımız var ve biz yönetiyoruz. Büyük İzmir depreminde yıkımdan sonra iletişimin kopmamasını bu sistem sayesinde sağladık. Acil İzmir uygulamamız depremden kısa bir süre hayata geçirdik ve Türkiye’nin ilk deprem uygulaması. Enkaz altında kalırsanız mobil cihanızla Acil İzmir uygulamasına giriliyor. Konum bilgisi arama kurtarma ekiplerine iletiliyor. Acil İzmir ile birçok canı kurtarabileceğimizi düşünüyoruz. Yapay zekayla çalışan Whatsapp’a enkaz altındayım bölümünü ekledik. Yapılan tüm çalışmaların verildiği “yardım haritası” isimli bir site hazırladık. Giden tırların nereye gittiği, bir kira bir yuva verileri gibi çalışmalarımızı aktarıyoruz buradan. Arama kurtarma hizmetleri İtfaiye Daire Başkanlığımız Türkiye Acil Müdahale Planı çerçevesinde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Acil Eylem Planı’nı çıkardı. En önemli konu hayat kurtarmak. Arama kurtarma müdahale çalışmalarını hızlı yürütmek ve afetlere hazırlıklı olmak. Zarar azaltma, hazırlık, müdahale ve iyileştirme arama kurtarmanın en önemli etkenlerinden biri. Bu depremlerde bir yangınla karşılaştık. İkincil afetler afetlerin sonrasında geliyor ve bunlara hazırlıklı olmalıyız. Bir koordinasyon kurulumuz var. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, ilçe belediyeler ve bürokratlarımızdan oluşan. İlk 3 dakika içinde müdahale edecek şekilde ekiplerimiz hazır. Yeni çalışmalar ve projeler Yapılara ücretsiz hızlı tarama hizmeti Bugüne kadar İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak ilçeler ölçeğinde çıkarılan yapı envanterini tüm kente yayıyoruz. Bundan sonra, İzmir’in hangi ilçesinde olursa olsun başvuran her vatandaşımıza binalarının deprem karnesini çıkarmak için ücretsiz destek olmaya başlıyoruz. Her İzmirli, belediyemize başvurarak depremle ilgili hızlı tarama hizmetinden yararlanabilecek. Şehrin imar planlamasını anayasal güvence altına almalıyız İzmir’in 50 yıllık gelişme planını ortaya koyabilmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Şehrimizi afetlere karşı mekansal olarak hazırlamanın yanı sıra mevzuat açısından da kapsamlı bir hazırlık yapılıyor. Bunların bir kısmını önümüzde aylarda belediye meclisinde görüşülecek. Diğerlerini ise merkezi hükümetten talep ettiklerimiz. Her şeyden önce, imar affının önünde anayasal bir engel tesis edilmesi gerekiyor. Tüm imar ve ruhsatlandırma mevzuatını altüst eden bu düzenleme ehliyetine hiçbir hükümetin sahip olmaması gerekiyor. Bu nedenle, milyonlarca insanımızın canını korumak adına şehrin imar planlamasını anayasal güvence altına alınması gerekiyor. Uzmanlığı, eğitimi olmayan kişilere müteahhit unvanının verilmesini derhal engellemek zorundayız. Şehirlerimizi bir grup müteahhitin değil, halkımızın menfaatleri için inşa etmek hükümetin asli görevi olmalı.. Deprem felakette değil her an hatırlanmalı Hükümetin Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı eliyle yerel yönetimlere müdahale eden, imar planları yapan taraf olmasını doğru bulmuyoruz. Hükümetin yerel yönetimler adına icraat yapmak yerine, kural ve kanun koyucu, düzenleyici ve bu zor süreçleri maddi açıdan destekleyici görevler üstlenmesini bekliyoruz. Ülkemizdeki eski yapı stokunun yenilenmesi için vatandaşların ve yerel yönetimlerin hibeler ve özel kredi kaynaklarıyla kavuşturulması olmazsa olmaz. Dolayısıyla merkezi hükümet yama üretmek yerine, topyekûn yenileyici bir bakış açısıyla şehirlerimize yaklaşmalı. Dahası, depremlerle yaşamak ve afetlerden korunmak bir ders haline gelmeli ve tüm okullarda okutulmalı. Deprem gerçeği sadece felaketin ardından değil, yaşamımızın her anında hatırlanmalı. Mahalle deprem gönüllüleri projesi Mahalle deprem gönüllüleri projemizle 12 bin kişiyi hedefliyoruz. Mahallesindeki komşusunu kurtaracak teknik bilgiyi bu kişilere öğreteceğiz. Bilgilen, hazırlan ve yardım et diyerek bu projemizi 1 Mart itibariyle başlıyoruz. Sosyal yardımlar Kadınlar, gençler, engelliler, çocuklar, mültecilerle ilgili afete hazırlık konusunda eğitim çalışmalarımız sürüyor. Mobil mutfağımız var bununla birlikte mobil fırın alımı da yapacağız. Düzenli bir şekilde depo çadırı, barınma çadırı, yemek çadırı alımı yaparak kapasitemizi artıracağız. Depremde sadece depremzedelerin değil personelin, gönüllülerin de barınması ve beslenmesi konusunda tedbir alınması gerektiğini de gördük. Bu konuda da çalışmalarımıza başladık. Merkez lojistik deposunun inşasına başlıyoruz. Kuzey ve güney aksında afet depoları oluşturacağız. Bu depoların her türlü malzeme ile hazır ve dolu olmasını sağlamaya çalışıyoruz. İzmir’in kuzey aksında ikinci bir aşevinin açılması için de hazırlıklara başladık. Yeni teknolojiler Yeni bir mobil uygulama yayınlayacağız. Afet durumlarında halkımız bir kere kayıt olduktan sonra hızlıca 520 lokasyondan internete erişebilecek. Kendi altyapımızı halka açıyoruz. Uygulama içinde mesajlaşma uygulaması var. Sevdiklerinizle, yakınlarınızla bu şekilde iletişim sağlayabileceksiniz. Güneş enerjili wifi ünitesi geliştirdik. Çanta şeklinde istediğimiz yere koyduğumuzda istediğimiz noktadan interneti verebiliyor olacağız. Elektrik kesintilerinden etkilenmemesi için güneş enerjili mobil jeneratörümüz var. Bunu Hatay’da kullanıyoruz. Bunların sayısını artıracağız. Akıllı ihbar sistemimizi şehre monte edeceğiz. Tüm şehri izleyeceğiz ve bir afet durumunda hizmete sokacağız. Uygulaması olmayan kişiler için 4 milyon 100 bin kişinin telefon kullanıcısı olduğunu biliyor ve sms atıyoruz. 20 dakika içinde bu smsler herkese ulaşıyor. SMS ulaştığında iki tane link görülüyor. Bu linklerden biri enkaz altındayım, bir tanesi güvendeyim. Enkaz altında kaç kişinin olduğunun tespit etmiş olacağız. Bunu yeni geliştirdik. Afet portalı geliştiriyoruz. Acil İzmir ile birlikte çalışıp birçok özelliği içinde barındırıyor. Koordinasyonun sağlanması, sahra hastanelerine, yemek alanlarına ulaşılması, enkaz çalışmalarının başladığı yerlerin gösterilmesi gibi.
KIRSALDA DEPREMKIRSALDA DEPREMKırsalda da deprem direncini yükseltelim Deprem halinde kırsalda alınacak önlemlere öneriler Öncelik çok yönlü durum tespitinde olmalı. Çiftçi kayıplarının yanında araç gereç, hayvan varlığı kayıpları, tarıma yönelik çalışan kurumların, depolardaki ürün kayıpları gibi çok ayrıntılı tespitlerden bahsediyoruz. Sonrasında sıra yaşamın sürdürülebilirliği için öncelikleri de içeren yapılacaklar listesine geliyor. • Yaşananlar, çiftçilerin göçünün önlenmesi için birinci öncelik barınma, beslenme ihtiyaçlarının karşılanması olarak görünüyor. • Yıkılan ahır, ağıl ve kümesler tamir edilinceye kadar yerlerine uygun nitelikli çadırlarla hayvanların barınma ihtiyacı karşılanabilir. • Deprem bölgesinde üretimin sürdürülebilmesi için tarımsal ilaç, gübre, tohumluk ve damızlık ihtiyacına ilişkin destekler planlanmalı Ve tabii ki yeni kent yapıları için tarım alanları seçilmemeli, kırsal alanda köylerin yenilenmesinde geleneksel mimariye uygun ama depreme dirençli yapılar sağlam zeminlerde inşa edilmeli, gerekirse köyler ovalardan yamaçlara taşınmalı...
BİNA DENETİMİNDE HAYATİ UYARILARBİNA DENETİMİNDE HAYATİ UYARILARBİNA DENETİMİNDE HAYATİ UYARILAR ‘Kulaktan dolma’ yöntemlere itibar etmeyin Duvarı matkapla bile zor deliyorum’ diyerek binayı sağlam sanıyorlar Merkez üssü Kahramanmaraş olan ve 10 şehirde yıkıma yol açan deprem felaketinin ardından binlerce vatandaş, oturduğu binanın sağlamlığını test etmenin telaşına düştü. Türkiye genelinde belediyeler ve yapı denetim firmalarına başvurular yapılırken, İzmir Ekonomi Üniversitesi (İEÜ) İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Celalettin Kozanoğlu, vatandaşları kulaktan dolma test yöntemlerine karşı uyardı. Kozanoğlu, “Binasıyla ilgili şüphesi olan, yetkili mercilere başvurmalı. ‘Duvarı matkapla bile zor deliyorum, bu binaya bir şey olmaz’ ya da ‘Bina depremde bile az sallanıyor, daha ne olsun?’ diyenleri duyuyorum. Bunlara kesinlikle itibar edilmemeli, sağlamlık böyle anlaşılmaz” dedi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İzmir İl Müdürlüğü Kentsel Dönüşüm İtiraz Komisyonu Başkanlığı görevini de yürüten İEÜ İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Celalettin Kozanoğlu, Türkiye’yi yasa boğan deprem felaketinin ardından vatandaşlar tarafından yapıların daha çok sorgulanır hale geldiğini söyledi. Bu yönde farkındalığın artmasının olumlu bir gelişme olduğunu ancak bilimsel gerçekliği olmayan yöntemlerle hareket edilmemesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Kozanoğlu, vatandaşlarla önerilerini paylaştı BUNCA YÖNETMELİK BOŞUNA MI VAR? Prof. Dr. Kozanoğlu, “Deprem bölgesinde yer alan bir ülkeyiz. Maalesef birçok şehrimiz risk altında. Deprem olabilir ama can kaybını önlemek bizim elimizde. En önemli önceliğimiz deprem olmalı. Başka çaremiz yok, binalarımızı güvenli hale getirmeliyiz. Bunları yaparken de kendimize bilimi referans almalıyız. Sosyal medyada gezerken, hatta çevremdeki insanlarla konuşurken, maalesef anlamakta zorluk çektiğim şeyler duyuyorum. Neymiş; çerçeve asmak için bile duvarı zor deliyormuş. Bina depremde bile sallanmıyormuş. Böyle olunca da bina sağlammış. Bunlar nereden çıkıyor? Anlamak mümkün değil. Her şey bu kadar kolaysa, bunca yönetmelik ve bilimsel makale boşuna mı var? Binasıyla ilgili en ufak bir tereddütü olan kişi, hemen resmi mercilere başvurarak apartmanını test ettirmeli. Ayrıca beton dayanımını ölçmek için en doğru yöntem karot testidir. ‘Karot almak binaya zarar veriyor’ diyenler de var. Karot testi doğru yapılırsa binaya hiçbir zarar vermez. Boşuna korkmayalım. Artık bilinçsizce hareket etmeyelim” diye konuştu. ÇATLAĞIN YÖNÜNDEN SAĞLAMLIK ANLAŞILMAZ Prof. Dr. Kozanoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Binada çatlak olmaması iyiye işaret ama binanın yüzde 100 güvenli olduğunu göstermez. Hiç çatlak olmamasına rağmen yan yatan binaya denk geldim. Çatlak konusunda bazı limitler de var. Örneğin; 0.5 milimetreye kadar olan bazı çatlakları, inşaat mühendisleri olarak makul kabul ettiğimiz durumlar olabiliyor. Kolon ya da kirişlerde çatlaklar olması, zaten ciddi bir soruna işaret. Duvarda enine ya da çapraz çatlakların olması ise; binada bir hareketin, esnemenin gerçekleştiğini gösterir. Ancak duvar çatlak olup taşıyıcı sistemde bir hasar yoksa, bina risk teşkil etmeyebilir. Duvardaki çatlağın yönü de binanın genel durumu hakkında bize sonuç vermez. Yani çatlak çaprazsa şöyledir, enine ise böyledir diyemeyiz. Binayı uzman kişiler tarafından test ettirmeden bunları anlayamazsınız.” DEMİR PASLANIRSA 6-7 KAT ŞİŞER Depremin ardından sosyal medyada vatandaşlar tarafından çekilen ve kolon ya da kiriş demirlerindeki korozyonu gösteren video ve fotoğraflara denk geldiğini belirten Prof. Dr. Kozanoğlu, “İnsanlar evlerinin bodrum katlarına inerek kolon ve kiriş demirlerine bakmaya başladı. Maalesef demirin elle kırıldığını, betonun kolayca ufalandığını görüyoruz. Aslında bunları önlemek hiç zor değil. Bina inşa edilirken mutlaka dikkat etmemiz gereken ‘pas payı’ dediğimiz bir durum var. Pas payı, beton bir yapının dış kısmı ile donatı arasındaki mesafeyi ifade ediyor. Bu mesafeyi 2-3 santimetre olarak düşünebiliriz. Burada amaç; demiri rutubet ve oksijenden korumaktır. İşlem bu kadar basit, maliyeti de düşük. Demir eğer paslanırsa, hacminin 6-7 katı şişer. Demir özelliğini yitirir, beton da bozulur. Vatandaşların, ‘Demir bile elimde ufalanıyor’ dediği tablonun en temel nedenlerinden biri pas payının göz ardı edilmesidir” dedi.
İKTİSAT KONGRESİİKTİSAT KONGRESİİzmir İktisat Kongremiz 100 yaşında Gazi Mustafa Kemal Paşa, 19 Ocak 1923 tarihinde halka şöyle sesleniyordu: “Memlekete bakınız! Baştan sona kadar harap olmuştur. Memleketin kuzeyden güneye kadar her noktasını gözlerinizle görünüz. Her taraf viranedir, baykuş yuvasıdır. Memlekette yol yok, memlekette hiçbir uygar kurum yoktur. Memleket ciddi düzeyde viranedir; memleket kalplere acı ve keder veren, gözlerden kanlı yaş akıtan feci bir görüntü arz ediyor. Milletin refah ve mutluluğundan söz etmek mümkün değil. Halk çok fakirdir, sefil ve çıplaktır.” Bu konuşma 17 Şubat 1923 tarihinde Atatürk’ün açış konuşmasıyla başlayan İzmir İktisat Kongresinin habercisidir. Kongre, 4 Mart 1923 tarihinde; “İktisat Misakının” kabul edilmesiyle sona ermiştir. 1135 temsilcinin katıldığı kongrede her ilçeden mesleki temsil veya sınıf ilkesine göre 8 delegenin katılması kararlaştırılmıştır. Ayrıca İktisat Bakanlığı kongrenin çalışmalarını düzenlemek ve programlarını yapmak için 6 milletvekili ve 1 yüksek memurdan (PTT Genel Müdürü) ile 1 tüccardan oluşan ve adına "Heyet-i Faale" denilen bir heyet kurmuştur. Bu heyet; krediler, üretimin artırılması, gümrük sorunları, vergiler, ulaşım gibi konuları kapsayan bir rapor hazırlamış ve bilhassa köylünün üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesini raporda vurgulamıştır. Kongrede; solda işçi kesimi temsilcileri, sağında sanayi kesimi temsilcileri, onun sağında tüccar kesimi temsilcileri ve en sağda da çiftçi kesimi temsilcileri yer almışlar ve grupları adına konuşmalar yapmışlardır. Kurtuluş Savaşına -bazı tarihçilere göre- karşı çıkmış ve pek yardımda bulunmamış İstanbul Türk tüccar burjuvazisi, Türk Kurtuluş Savaşı'nın zaferle sonuçlanmasından sonra yeni kurulacak düzenin ticaretini Rum, Ermeni, Yahudi ve ecnebi kalıntıların elinden almak için 1922 yılı sonlarına doğru Milli Türk Ticaret Birliği'ni kurmuştu. Kurucularından Ahmet Hamdi Başar; devletin başlangıç döneminde ticarete ve ekonomiye müdahale ederek Türklerin dışında kalanların tasfiyesini ve dizginlerin kendilerine verilmesini amaçlıyordu. Bunun için 1923 yılı başlarında yeni devletin yöneticileriyle görüşmek için bir Ticaret-i Hariciye Kongresi düzenlenmesini kararlaştırdılar. Ancak dönemin İktisat Vekili bu kongrenin ertelenerek Milli Türk Ticaret Birliği'nin çok daha geniş kapsamlı olan İzmir İktisat Kongresine katılmasını istedi. Kongreye çok geniş kapsamlı olarak ülkenin bütün kesimlerinin katılması Atatürk’ün düşüncesiydi ve kongrede yaptığı konuşmada: “Sizler doğrudan doğruya ulusumuzu temsil eden halk sınıflarının içinden ve onlar tarafından seçilerek geliyorsunuz. Bu nedenle ülkemizin durumunu, ihtiyacını, ulusumuzun elemlerini ve emellerini yakından ve herkesten daha iyi biliyorsunuz. Sizin söyleyeceğiniz sözler, alınması gerektiğini beyan edeceğiniz önlemler, halkın diliyle söylenmiş sayılır ve Halkın sesi Hakkın sesidir” demiştir. Büyük Atatürk Türk Milletinin kararlarıyla nasıl düşmana karşı Kurtuluş Savaşını vermiş ve ulusal egemenliğe dayalı rejimini kurmuşsa yine halkın kongredeki temsilcileri ile ekonomik özgürlüğünü tesis edecek kararların alınmasını sağlayacağını düşünmekteydi. Bu nedenle kongredeki konuşmasında “Gerçek kurtuluş demek olan iktisadi gelişme ve kalkınmanın ilkelerini saptayacak bir kongredir, tarihe böyle geçecektir” demiştir. Atatürk kongredeki konuşmasının bir yerinde; “Bir devlet ki tebaasına koyduğu vergiyi ecnebilere koyamaz; bir devlet ki gümrükleri için resim muamelesi ve saire tanzimi hakkından men edilir, bir devlet ki ecnebiler üzerinde hakk-ı kazasını tatbikten mahrumdur, o devlete müstakil denemez… Osmanlı ülkesi ecnebilerin müstemlekesinden başka bir şey değildi.”
İKTİSAT KONGRESİNDE ATATÜRK'E SUNULAN LEBLEBİİKTİSAT KONGRESİNDE ATATÜRKİzmir İktisat Kongresi sırasında Atatürk’e sunulan leblebi İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat 1923 günü saat 10.00’da Manisa Temsilcisi Kazım Karabekir Paşa’nın yanında Fevzi Paşa, Rus Büyükelçisi Aralov ve Azerbaycan Büyükelçisi İbrahim Abilof'un salonda yerlerini almaları ile başlamış oldu. Kazım Karabekir Paşa 1.135 katılımcının oyları ile Kongre Başkanı seçilmiş, açılış konuşmasını salona saat 10.15’te giren Mustafa Kemal Paşa yapmıştı. “İlk kez böyle bir kongre toplanıyor. Ülkenin ihtiyacını, ulusun yeteneğini ve kuvvetli dünya ekonomisine organizasyonu göz önünde tutarak gereken önlemleri saptamalısınız. Aziz Türkiye’mizin iktisaden yükseliş yollarını aramak ve bulmak gibi vatani, yaşamsal ve ulusal bir kutsal amaç için bu gün burada toplanmış olan sizlerin, sayın halk temsilcilerinin huzurunda bulunmaktan çok mutluyum. Efendiler; Tarih, milletimizin yükseliş ve çöküşünün nedenlerini ararken birçok siyasi, askeri, toplumsal sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok bütün bu sebepler toplumsal ve sosyal olaylarda etkilidir. Bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla alakadar olan, o milletin iktisadiyatıdır. Tarihin ve tecrübenin tespit ettiği bu hakikat bizim milli hayatımızda ve milli tarihimizde tamamen gerçekleşmiştir. 17 Şubat-4 Mart tarihleri arasında İktisat Kongresi ile birlikte ticari ürünler sergisi de düzenlenmiş, sergi mekanı olarak İkinci Kordon'da Osmanlı Bankası'nın depo olarak kullandığı Hamparsumyan binası seçilmişti. Burada, el tezgahı ve küçük sanayi ürünleri; Isparta, Kula, Gördes, Uşak kilim ve halıları, yağlar, sabunlar, makarna ve unlu yiyecekler, kolonyalar, helvalar, ihraçlık pamuklar, ayakkabılar, mobilyalar, deri ürünleri, tarım araçları, madenler ile kiremit, tuğla, tütün, sigara, şarap, kereste çeşitleri sergilenmişti. Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresi nedeniyle düzenlenen Mahalli Ürünler Sergisi’ni incelemiş ve çok beğenerek her yıl tekrar edilmesini ve geliştirilmesini istemiş, İzmir Enternasyonal Fuarının ilk tohumunu da atmıştı. Mustafa Kemal onuruna İzmir Hükümet Konağı'nda, yabancı konuklar, askeri ve sivil yöneticiler için yemekli bir toplantı düzenlenmişti. Masasına İzmir’deki bir çerezciden alınan, çok sevdiği tuzlu leblebi konulsa da; ikramı beğenmemiş, kavuran kişinin “Leblebi yapımını öğrenmesini” tavsiye etmişti. Bu gelişme üzerine; İsmailŞençedezci’den tuzlu leblebi istenmişti. İsmail’in eli ayağına dolanmış, bütün gece gözüne uyku girmemişti. “Paşa, leblebiyi beğendi” haberini alınca, derin bir oh çekmişti. Bir avuç leblebiyle mutlu olabilen Mustafa Kemal, ülkenin kalkınması için daha o günlerde kolları sıvamış, Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devletleri ile diplomatik bir kavganın yaşandığı, kapitülasyonların kaldırılmasının gündemde olduğu Lozan süreci sırasında İzmir İktisat Kongresini planlamıştı. Düzenlendiği dönemdeki şartlar düşünüldüğünde bu kongrenin önemi bugün daha iyi anlaşılmaktadır.
TOLGA KARAÇELİKTOLGA KARAÇELİKYönetmen Tolga Karaçelik: “Her hikaye farklıdır ama bildiğim bir şey var ki; esas olan dayanmaktır” Filmleriyle, kendi dilini, üslubunu ve seyirci kitlesini yaratan Tolga Karaçelik ile sanatına ve sinemaya dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik… Sinemanın büyülü dünyasında her yeni film, bize misafir olacak yeni bir öykünün kapısını aralıyor. İzlediğimiz her film, beyaz perdede bize vadettiği serüven kadar yaradılış evresinde de kendi yolculuğunu yaratıyor. Beyaz perdeye taşıdığı öykülerle, kendi üslubunu, seyirci kitlesini yaratan; son filmi ‘Kelebekler’ ile Sundance Film Festivali’nde Dünya Sineması Büyük Jüri Ödülü’nü kazanan Tolga Karaçelik ile filmlerinin yolculuğunu, sanata bakış açısını, dünü, bugünü ve geleceği konuştuk… Yeni filmi ‘Bir Seri Katil Hakkında Yazmaya Karar Veren Yazarın Sığ Hikayesi’ni haziran ayında çekmeyi planlayan Karaçelik, filmlerinde izleyiciye yarattığı karakterlerle birlikte olup, birlikte hissettirmeyi amaçladığını söylüyor.
38. ULUSLARARASI AYDIN DOĞAN KARİKATÜR YARIŞMASI38. ULUSLARARASI AYDIN DOĞAN KARİKATÜR YARIŞMASI38. ULUSLARARASI AYDIN DOĞAN KARİKATÜR YARIŞMASI En sert olayları çizip umudu diri tutuyorlar Karikatür, nerede insanların tepki vermesi engelleniyorsa, ifade özgürlüğü yoksa, baskı ve şiddet varsa oradan daha çok ses veriyor sanki. Daha doğrusu etkili ses vermenin aracı oluyor bir bakıma… 38. Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması’nın kataloğunu incelerken düşündüm bunları. İran’dan katılan çizer o kadar çok ki, kendilerini ifade etmenin, sanatsal faaliyetlerini sürdürebilmenin, dünyada olup bitenlere ses verebilmenin önemli bir kanalı olmuş karikatür yarışmaları. Nefes tazeleme gibi önemli bir işlevinden de söz edilebilir. Onları Bolsonaro’nun Brezilyası ve Şi Cinping başkanlığındaki Çin’den, onları da Endonezya ve Hindistan’dan çizerler izliyor. 38. Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması Ödül Töreni, Tophane-i Amire’nin etkileyici atmosferinde yapıldı. Pandemi nedeniyle ödül töreni yapılamayınca geçen yılın kazanan çizerleri de bu yıl İstanbul’daydı. Aydın Doğan Vakfı’nın 38 yıldır düzenlenen yarışmalarda çok değerli bir karikatür arşivi oluştu. Bugüne kadar 137 ülkeden 8.800’ü aşkın sanatçının katıldığı yarışma, dünyadaki en prestijli yarışmalardan biri kabul ediliyor. https://sanalmuze.aydindoganvakfi.org.tr/ adresinde oluşturulan sanal müzeye şöyle bir göz atın, bakın kırk yıl boyunca insanlık nelerle uğraşmış. Çarpıcı bir birikim. Son kırk yıl boyunca dünya gündemini, hayatımızı nelerin meşgul ettiğinin günlüğü bir bakıma… Sosyologların, iletişimcilerin, doktora öğrencilerinin, herkesin kullanımına açık bir kütüphane… Sanal müzede farklı yılların çizgilerini izledikçe bazı dönemlerde dünyanın “tepesinin attığını” düşünmeden edemedim. İçinde yaşadığımız bu yıllar da öyle biraz… Karikatür, söylenemeyen her şeyi kırıp dökmeden söyleyebilen, üstelik bunu, hafiften kalemin ucu bir yerinize batarken, acı ya da gülme arasında bir yerde yapabilen bir sanat dalı. Bu yıl en çok şiddet ve ayrımcılık kalemlere dolanmış. Diktatörler, insanlarına nefes aldırmayan yöneticiler, iklim krizi, Covid 19 ile sarsılan dünya, göçler, Rusya-Ukrayna savaşıyla tekrar çizilen savaş-barış karikatürleri sayfalarda göze çarpıyor. Bu sene 63 ülkeden 564 karikatürcü, toplam 1.531 eserle katılmış yarışmaya. Yarışmada Portekiz'den Antonio Antunes'in başkanlığını yaptığı seçici kurulda Ercan Akyol (Türkiye), Liza Donnelly (ABD), Gürbüz Doğan Ekşioğlu (Türkiye), Pol Leurs (Lüksemburg), Piyale Madra (Türkiye), Fawzy Morsy (Mısır), Tan Oral (Türkiye) ve Marlene Pohle (Arjantin) yer aldı.
AYVALIK LOR TATLISIAYVALIK LOR TATLISIAyvalık Lor Tatlısı Vikipedi’ye şöyle bir göz attığınızda “Ayvalık Lor Tatlısı” ile ilgili şunları yazar: Lor tatlısı, şerbetli bir tatlıdır. Ege Bölgesi’nde yapılır. Kullanılan lor peyniri kesinlikle tuzsuz olmalıdır. Ayrıca pek çok şerbetli tatlıda olduğu gibi lor tatlısının yapımında da tatlının sıcak, şerbetin ise soğuk olması gerekir. Balıkesir Ayvalık mutfağında yer alır. Lor tatlısı 1920'li yıllarda Yunanistan'ın Girit Adası’ndan Balıkesir'in Ayvalık ilçesine yerleşen aileler tarafından getirilmiştir. Giritli Türklerin mutfağına ait bir tatlıdır. Böyle diyor Ayvalık lor tatlısı için vikipedi. O diyor ama ben lor tatlısının yolculuğunu Girit’den Ayvalık’a gelişini, pastanelerin başköşesine oturmasını, yıllar içinde ününün yurt geneline yayılışını ve ardından coğrafi işarete kadar uzanan sürecini araştırdım. Tabii bunun için de bu işi yıllardır yapan köklü bir ustayla görüşmek gerekiyordu. Ayvalık’ta Talatpaşa Caddesi üzerinde yer alan İmren pastanesinin işletmecisi Ahmet Tarçın ile sözleştik, sonra buluştuk, pastanenin sıcak ortamında bir araya geldik derin bir sohbet gerçekleştirdik. Yaz-kış dondurmayla birlikte tadına doyum olmuyor Pastaneye girince şöyle duvarlarda asılı olan fotoğraflara bir göz attım önce. İmren pastanesinin kurucusu Ahmet Tarçın’ın dayısı Mehmet Mas ve ağabeyi Mehmet Ali Tarçın’ın fotoğrafları başköşeyi süslüyor. İki fotoğrafın arasında da endüstriyel sicil belgesi ve belgenin yanında; lor tatlısı, sakızlı kurabiye fotoğrafları, vitrinde ise imalathaneden yeni çıkmış lor tatlısı gözüme çarpıyor, yaz-kış dondurmayla birlikte tadına doyum olmuyor, baktıkça ağzım sulanıyor, sohbetimizin sonunda şöyle bir tadına bakıyorum. Ama zaten arada bir gelip yediğim bir tatlı olduğu için çok büyük keyif alıyorum. Aralık 2022 yılında coğrafi işaret aldı Öte yandan coğrafi işaret konusuna gelince, ülkemizde turizmin yanı sıra; zeytinyağı, deniz ürünleri, mezeleri, gastronomisi ve zeytinyağlı yemekleriyle markalaşan ilçesi Ayvalık'ın mutfağında yer alan lor tatlısıyla ilgili Ayvalık Belediyesi’nin yaptığı coğrafi işaret başvurusu 2022 Aralık ayında onaylandı.
URLA BAĞEVİURLA BAĞEVİUrla Bagevi Vineyard Hotel Urla’nın Yağcılar Köyü Bağyolu'nun da merkezi konumunda ve giderek tanınırlığını artırıyor. Bu sayıdaki konuğumuz Bağyolu oluşumunun ilk üyelerinden Yağcılar Köyü'nde faaliyet gösteren Bağevi Otel ve restoranı kurucusu Sema Sertkaya...
ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİNDEN 10 ÖZEL ESER Her Ankara’ya gelişimde arkeoloji dünyamı aydınlatmak adına, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesini ziyaret ederim. Bu müzemizde, Anadolu topraklarında yeşermiş, 13 değişik medeniyetin eserlerini görmek bana her zaman zevk vermiştir. Bu kez Ankara’da uzun süre kalınca müzeyi 3 defa ziyaret heyecanını yaşadım. Bana göre bu müze, Ankara’nın kalbinde bu toprakların sesidir. Biz rehberler ise, bu müzedeki eserlerle Anadolu tarihini anlatmaktan çok keyif alırız. Kale mahallesinde şu an en az beş müze bulunuyor. 15. yüzyılda inşa edilen ve 18. yüzyıla kadar hizmet etmiş Kurşunlu Bedesteni ve Mahmut Paşa Han’ları, bugün dünyanın en değerli müzesine ev sahipliği yapıyor. Müzenin kurulma kıvılcımını, ta 1921 yılında Mustafa Kemal Atatürk atmış. O günden 1940 yılına kadar Ankara kalesinin Akkale Burcunda saklanan eserler, 1881 yılında harap olmuş bu iki yapının tadilatıyla bu görkemli yapılara taşınmış. Şimdi müzede, Paleolitik Çağdan Cumhuriyet Dönemine kadar 13 değişik medeniyetin binlerce nadide eseri sergileniyor. İşte bu ödüllü müzenin ilginç bulduğum eserlerini sizlere tanıtmak istiyorum.
BAHAR NOKTASIBAHAR NOKTASIShakespeare’e İzmir’den bir Türk kahvesi BAHAR NOKTASI İzmir Şehir Tiyatroları, ikinci sezonunda genişlettiği repertuvarına bir klasiği ekledi. William Shakespeare’in “Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası” adlı oyununun Can Yücel tarafından Türkçe söylendiği “Bahar Noktası”, Ocak ayı sonunda sahnelenmeye başlandı. Eserin klasikliğine yakışan bir reji geçmişi var; 1991 yılından beri Adana, Ankara, İzmit ve Eskişehir’in ardından İzmir’de de Yücel Erten rejisiyle sahneye konması. Shakespeare’in Antik Dönem Atina’sında geçen oyun, Can Yücel’in kaleminde İstanbul’a gelirken Erten, Can Baba’dan aldığı esinle hikâyeyi, Türk kahvesi eşliğinde İzmir’e taşıyor.
İLK MÜSLÜMAN KADIN FOTOĞRAFÇILARİLK MÜSLÜMAN KADIN FOTOĞRAFÇILAROSMANLI'DAN CUMHURİYETE FOTOĞRAFÇILIĞIN GELİŞİMİ VE ilk Müslüman kadın fotoğrafçılar İşgal İstanbul’unda ilk kadın fotoğrafçılar: Naciye ve Muzaffer Hanımlar 1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edildiği zaman Osmanlı kadınlarının bir işte fiilen çalışmaları, bir iş kurmaları ve kurmuş oldukları işten hayatlarını kazanmaları düşünülmezken Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği ekonomik sıkıntılar toplumsal dengeleri altüst eder, geleneksel tabuların yıkılmasına olanak sağlar. Böyle bir ortamda hayatını profesyonel anlamda fotoğrafçılık yaparak kazanmış iki kadın girişimci Naciye ve Muzaffer Hanımlar kendilerinden söz ettiren kadın fotoğrafçılar olur. Naciye Suman, 1881’de Üsküp’te bir paşa kızı olarak dünyaya gelir. 22 yaşında o zamanlar yüzbaşı olan İsmail Hakkı Bey’le evlenir. Balkan Savaşı’nın sonuna gelindiğinde; üç çocuk dünyaya getirmiş, dördüncüsüne de hamiledir. Osmanlı Balkan savaşlarında ağır bir yenilgi alarak 500 sene elinde tuttuğu Rumeli’deki toprakları kaybedince, çileli bir dönem başlar. İsmail Hakkı Bey eşini ve çocuklarını bir asker arkadaşına teslim ederek, askerleriyle Viyana’ya sığınır. Aile İstanbul’a geldiğinde Beşiktaş Yıldız’daki Sait Paşa konağına yerleşir. İsmail Hakkı Bey ise Viyana’da kaldığı zaman zarfında fotoğrafçılığı öğrenir. Ailesinin yanına dönerken fotoğraf malzemelerini de beraberinde getirerek, evin çatı katını bir stüdyoya çevirir. Eskiden evlerin çatı katlarında çamaşırlık olduğunu belirten kızı Nedret Ekşigil, burada her yerin camla kaplı olduğunu, çekim esnasında ışığın, camlardaki perdelerle yönlendirildiğini söylüyor. İsmail Hakkı Bey’in fotoğraf merakı tüm aileye de geçer, öyle ki, çatı katı keyifle vakit geçirdikleri bir alana dönüşür. Daha sonra, Birinci Dünya Savaşı patlak verince, İsmail Hakkı Bey Çanakkale Cephesi'nde görevlendirilir. Çanakkale Savaşları sırasında kalbinden ve kasığından ağır yaralanır ve 1917 yılında yeniden İstanbul'a dönmek durumunda kalır. Naciye Hanım, işte bu zorlu ve uzun savaş yıllarında, paralarının tükenmesi üzerine aileden kalma gümüş bir tepsiyi satmak zorunda kalır. Ancak bu üzücü olay, önemli kararlar alacağı bir dönüm noktası olur. "Ben insan değil miyim, ben hayatımı kazanamaz mıyım, çocuklarıma bakamaz mıyım? İlla ki bunları satarak mı yaşayacağız" der ve bir fotoğrafhane açmaya karar verir. Naciye Hanım’ın fotoğrafhane açmaya karar vermesi ile gerekli her şey zaten çatı katında mevcuttur. Sadece tabela yaptırmak kalır. Konağın önüne astıkları tabelada “Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi – Naciye” yazılıdır. Aslında o yıllarda, halk fotoğrafa pek iyi gözle bakmaz; ilk fotoğrafhanelerden olan Resne ve Yeraltı fotoğrafhaneleri tehdit edilir, vitrinler kırılsa da Naciye Hanım kolay kabul görür. O dönemde kadınların erkek fotoğrafçılar karşısında peçelerini açmaları pek hoş karşılanmadığı için, fotoğrafhane kadın müşteriler için önem kazanır. Kadınlar, Naciye Hanım'ın karşısında rahatlıkla yüzlerini ve omuzlarını açıp, saçlarını dökerek poz verirler. Bu özel fotoğraflarını, cephede savaşan eşlerine, özlem dolu mektuplarıyla birlikte gönderirler. İkinci Meşrutiyet döneminin radikal feminist kadın dergisi Kadınlar Dünyası, 1921 yılında yayınlanmış olan 194-2 numaralı sayısında, “Hanımlar Fotoğrafçısı Naciye” adıyla kadınlar için bir fotoğrafçı dükkânı açmış olan Naciye Hanım’dan şu sözlerle bahseder: “Naciye Hanım namında bir hemşiremizin kadınlara mahsus bir fotoğrafhane idare etmekte olduğunu haber aldık. Bu müteşebbis ve faal hemşiremizi takdir ve teşvik etmek borcumuzdur.” Naciye Hanım yalnızca profesyonel fotoğrafçılık ile yaşamını temin etmekle kalmaz, sanatını kadınlara öğretmek üzere fotoğrafçılık dersleri de verir. Kızı Nedret Ekşigil’in anlattığına göre, Naciye Hanım, Sultan 5. Mehmed Reşad’ın torunlarına fotoğrafçılık dersleri vermek üzere haftanın iki günü Yıldız Sarayı’na gider, hatta bazen de bu sultan hanımları Beyazıt’taki atölyesine davet ederek, karanlık odada onlarla birlikte çalışır. Saraya gittiği zamanlarda, saray içinde yaşayan harem mensubu diğer kadınların da çeşitli fotoğraflarını çeker. Kızı Nedret Ekşigil, anılarında stüdyoda yalnızca kadınları değil, erkek müşterileri de rahat ettirmeyi başarmış olan Naciye Hanım’ın mütareke günlerinde başından geçmiş olan ilginç bir hikâyeyi de aktarıyor: “Bir gün fotoğrafhaneye elinde bavuluyla genç bir adam geldi. Anneme ‘hanımefendi affedersiniz, söyleyeceklerim aramızda kalsın. Kadın kıyafetine girerek fotoğraf çektirmek istiyorum’ dedi. Adam giyindi, boyandı, süslendi. Aman Allah’ım ne kadar çok resim çektirdi. Artık annemin daimi müşterisi olmuştu. Deli olmadığını anlamıştık. Ona ‘tuhaf bir adam’ gözüyle bakardık.” Naciye Hanım’ın fotoğrafhanesi Mütareke Dönemi’nde işgal kuvvetlerinde görevli bulunan Fransız subayların eşlerinin de hücumuna uğrar. Naciye Hanım ayrıca Kurtuluş Savaşı günlerinde İstanbul’da düzenlenen mitinglere katılarak buralarda fotoğraflar çeker. Savaştan sonra, Naciye Hanım’ın kızı Nedret Ekşigil evlenir ve Ankara’ya taşınır. Naciye Hanım ise 11 yıldır sürdürmekte olduğu fotoğrafçılık mesleğini 1930 yılında bırakarak Ankara’ya kızının yanına taşınır. Arşivi ise yok olur. Yaptığı işin ne denli önemli olduğunun farkında bile değildir. Seyyar fotoğrafçı Muzaffer Hanım Muzaffer Hanım, seyyar fotoğrafçılığa profesyonel anlamda 1923 yılında başlar. Dönemin aktüel kadın dergisi olan Süs dergisinde yer alan “Muzaffer Hanım: Seyyar Fotoğraf” başlıklı bir haber şöyle bilgi verir: Artık kadınların “resimciye gitmek, ihtimal sıra beklemek, sanatkârın keyfine esir olmak, makine karşısında mum gibi dikilip durmak devri kapanmıştır. Kadınlar “Seyyar Fotoğraf Muzaffer Hanım”ı evlerine çağırabilecekler ve kendi istedikleri pozdaki fotoğraflarını da ona çektirebileceklerdi. Yazı şu sözlerle devam ediyordu: Süs dergisinin yazarı kesinlikle haklıydı. Muzaffer Hanım gibi Müslüman bir kadın fotoğrafçının kendisini davet eden bütün kadınların bulundukları yere giderek fotoğraflarını çekmesi, Osmanlı fotoğrafçılığında yeni bir dönemin başlangıcıydı. Çünkü Osmanlı konaklarının mahrem ortamına bir kadının fotoğrafçı olarak girebilmesi, daha önce hiç resmi çekilmemiş büyük bir kadın kitlesinin de kendi doğal ortamlarında resimlenmesi ve 'resim çektiren kadınlar' kervanına katılması sonucunu doğuruyordu. Bu ise kadın fotoğrafçıların sanatlarını Müslüman Osmanlı toplumunun en mahrem kesimlerine, en alt katmanlarına bile taşıdıkları anlamına geliyordu. Derginin verdiği bilgilere göre, “Seyyar Fotoğraf Muzaffer Hanım”ın fiyatları o sıralarda İstanbul sokaklarını mesken tutmuş olan erkek seyyar fotoğrafçıların fiyatlarından çok daha pahalıydı. Ancak, kendisinin diğer seyyar fotoğrafçılar gibi sokakta müşteri beklemek yerine, ev ev kapı kapı bütün İstanbul’u karış karış dolaştığı düşünecek olursa, “tramvay ve vapur bedeli hariç olmak üzere” almakta olduğu bu fotoğraf çekim ücretinin pek de abartılı derecede yüksek olmadığı anlaşılır. Yüksek fiyatlarına rağmen kendisine gösterilen rağbet ve talepten epeyce bunaldığından Muzaffer Hanım, kendisini okurlarına Süs dergisi aracılığıyla tanıtmakta, müşterilerinin kendisini çağıran mektup ve kartpostallarında belirlemek istedikleri randevuları en az bir hafta sonrasına vermelerini rica ediyordu. Bugün, fotoğraf sanatı yaklaşık yüz yetmiş yılı geride bıraktı. Günümüzde fotoğraf savaş alanlarından, düğün salonlarına, fizik laboratuvarlarından, sergi salonlarına taşınıyor; hayatın içinde yer alıyor. Fotoğrafın gelişim süreci incelendiğinde çok kısa bir sürede sosyal hayatı bütünüyle kuşattığını görüyoruz. Susan Sontag Fotoğraf Üzerine adlı kitabında fotoğraf için şu saptamayı yapıyor: “Fotoğraf biriktirmek dünyayı biriktirmektir. Filmler ve televizyon programları duvarları aydınlatır, ışıkları titreştirir ve yok olup giderler; oysa durağan fotoğraftaki görüntü aynı zamanda hafif, üretimi ucuz, taşınması, toplanması ve saklanması kolay bir nesnedir.” Yanımızdan ayırmadığımız, özel ya da toplumsal hayatımızda karşılaştığımız her önemli anın kaydını yapmak için sarıldığımız fotoğraf makinemiz, 19. yüzyılın çığır açmış buluşlarından bir tanesidir.