EKİM 2020 İzmir'i seviyoruz Biz İzmir'i çoooook seviyoruz. İlk dergiden bu yana söylemimiz "Sokak sokak geziyoruz İzmir'i... Bu yüzden bütün dünyaya kentimizin ismini duyuracak olan "İzmir Fontu"na çok sevindik. Değerli tipograf Ahmet Altun’a ve emeği geçen herkese şükranlarımızı sunuyoruz. Güzel İzmir'in, en sevilen kent yarışmasında finale kalması da bir başka mutluluk kaynağımız.
SMYRNA SİKLAMENİSMYRNA SİKLAMENİBayındır'da yetişiyor, dünya vitrinine çıkıyor Smyrna siklameni Ta Osmanlı’dan bu yana çiçek üretiminde özel yeri olan bir ilçe Bayındır.. Saraya, medreselere gül yollanırmış o zamanlar.. Aradan geçen uzun yıllar boyunca çiçek üretimi sürdürülmüş. Ancak kalite ve verimlilik konusunda çok fazla bir ilerleme kaydedildiği söylenemez. Bu alanda asıl büyük çıkışını 2007 yılından sonra yapmış Bayındır. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Bayındır Çiçek Üreticileri Tarımsal Kalkınma Kooperatifi (BAYÇİKOOP) ile gerçekleştirdiği alım garantili sözleşmeden sonra... Ve bu fırsatı çok iyi değerlendiren kooperatif, kendini geliştirerek bir “marka” haline gelmiş. Sadece Türkiye’de değil, Avrupa ve Uzak Doğu’da da... Bugün, Japonların iki kez gelip işbirliği teklifinde bulunduğu BAYÇİKOOP, dünya çiçek pazarının tartışmasız hakimi Hollanda’nın 3 firması adına tohum üreten, sıcak iklime dayanıklı siklamen ile pastacılık sektöründe tercih edilen “yenilebilir” menekşe konusundaki AR-GE çalışmalarıyla öne çıkan; özetle, Türk tarımında hasretle beklediğimiz güzel işlere imza atan örnek bir kooperatif. Bu müthiş yükselişi, kooperatifin yönetim kurulu başkanı Ersoy Sümerkan ile konuştuk.
İZMİR FONTUİZMİR FONTUİzmir Fontu kullanıma hazır Dünya İzmir’i daha da yakından tanıyacak. İzmir Vakfı’nın kentin yurt içi ve yurt dışı tanıtımında kullanılması için ürettiği İzmir Fontu, İzmir’in bilinen en eski yerleşimi 8 bin 500 yıllık Yeşilova Höyüğü’nde kamuoyuna tanıtıldı. Tanıtımda yaptığı konuşmada İzmir Fontu’nun sadece bir yazı karakteri olmadığını aynı zamanda İzmir’in görsel tasarımlarına özgün ve uzun vadeli çözümler bulmak için tasarlandığını kaydeden Başkan Soyer, şunları söyledi: “Bugün İzmir’in markalaşmasına önemli katkı sunacak İzmir Font’u ile çalışmaları bir üst seviyeye çıkarıyoruz. İzmir Fontu’nun İzmir’e, İzmirlilere hayırlı olmasını yürekten diliyorum. İzmir’deki tüm kamu ve özel kurumları, sivil toplum kuruluşları ve odalar ile tüm hemşehrilerimi şehrimizin ismiyle anılacak İzmir Fontu’nu kullanmaya davet ediyorum. İzmir Vakfı görsel tasarım ekibine ve hiçbir karşılık beklemeden İzmir’i dünyaya tanıtmamıza büyük katkı sağlayan değerli tipograf Ahmet Altun’a ve emeği geçen herkese en içten şükranlarımı sunuyorum.”
HASAN TAHSİN NEREDE ŞEHİT DÜŞTÜ?HASAN TAHSİN NEREDE ŞEHİT DÜŞTÜ?Hasan Tahsin tam olarak nerede şehit düştü? Evet, bir resim gördüm ve bütün çocukluk anılarım sel gibi boşaldı. Bu yazı bir mimar olarak bu anıların, söz konusu resim ve başka tanıklıkların da, grafiklere aktarılarak “olay mahallini” kesin haline yakın saptama çabasını aktarmaktadır. Sene 1956-1957 olsa gerek. “Kalpaklılar”ı yazıyor babam Samim Kocagöz. Milli Kütüphaneye gidiyor. “Hukuk-u Beşer”leri okuyor. Eski harflerle notlar alıyor. Akşamları heyecanlı okuyor anlatıyor bize. Dedem Fâdıl Dokuzeylül işgale ve Mümin Bey’e dair anılarını anlatıyor. Bulgularını yakın komşu ve dostumuz “Ambarcı” ve “Karakaş” aileleri ile de paylaşınca inanılmaz bir şey oluyor. Onlar Hasan Tahsin’in yakın akrabalarını tanıyorlar. Ve onlardan önce Hasan Tahsin’in bir fotoğrafı, sonra iki bomba atarak ilk kıvılcımı çaktığı bilgisi geliyor. Bu, dedem Fâdıl Dokuzeylül’ün bize hep anlattığı, “yolcu gümrüğü ile eşya gümrüğü arasındayken arkasında oluşan patlamalarla önünün/arkasının karıştığı” söylemi ile de çakışıyor. İşte internette nasıl olduğunu anlamadan karşıma çıkan bir resim, Hasan Tahsin’in fotoğrafını babama ileten yakınlarının ve kayınpederinin anlattığı anın birkaç saniye sonrasının “temsili resmi”dir. 1958-1959 yıllarında babamın büyük dayısı Mümin Bey’in yine anne tarafından büyük dayısı olan Naci Sadullah Danış evimize iyice yerleşmişti. Demokrat İzmir’de köşe yazıları yazıyor, dönemin iktidarı tarafından tevkif edilmemek için bir İstanbul’a kaçıyor, bir bizim eve sığınıyordu. Akşam sofralarında elbette “Hanım teyze” (Latife Hanım) ve “Dayı” (Mümin Bey) ile ilgili pek çok anı konuşuluyordu. “Naci Amca” kendisine “dayı”nın Hasan Tahsin’in Pasaportta bomba attığına dair bilgiler verdiğini anlatıyordu. Bu arada Konak meydanında atılan kurşuna dair babam milli kütüphanedeki belgelerden bazı bulgulara ulaşmıştı. Ama yine dedem Fâdıl Dokuzeylül ve onun kayınbiraderi Kemâl Turhan’ın (D.D.Y. müdürlerinden) anlattıkları halâ kulaklarımdadır. Kemâl Bey’in sol elini yere dik konumda “Tak bayraktar düştü” derken elini bileğinden aniden kırıp parmaklarının yere paralel tutarak yaptığı anlatım gözümün önünden hiç gitmiyor. Kıyameti koparan bu kurşunun vilâyetten denize doğru atıldığını Kemâl Bey’den çok duymuşumdur. Ama ertesi gün dedem Fâdıl Dokuzeylül tam “çınarın altında” Vali Kambur İzzet ve Metropolit Hrisostomos'un konuşmalarını kulakları ile duyduğunu defalarca anlatmış ve papazın “Ben ordularımızın başındayım, kurşun tam buradan atıldı” dediğini defalarca o anın heyecanı ile bizlere anlatmıştır. Her seferinde “ordularımız” lâfını da çok sinirlenerek nakletmiştir. Bu atış, babamın bulgularına göre, kışladan veya oradaki askeri hapishaneden bırakılan bir nefere, başkalarına göre ise vilâyetin giriş kolonlarındaki Saatçi Aziz’e aittir. Belki de her ikisi peş peşe atışlar yapmıştır. Ancak tabanca atanlar bilirler ki o mesafeden bayraktarı tabancadan ziyade tüfekle vurmak, Kemâl Bey’in el jesti gibi, devirmek mümkündür.
EN SEVİLEN KENTEN SEVİLEN KENTİzmir “En Sevilen Kent” olma yolunda İzmir, World Wildlife Fund’ın (WWF) düzenlediği “We Love Cities” yarışmasında finale yükseldi. 58 şehrin yarıştığı finalde en yüksek oyu alan finalist “en sevilen kent” seçilecek. İzmir Büyükşehir Belediyesi, şehirdeki karbon salımının azaltılması, doğa ile uyumlu ulaşım stratejisi gibi sürdürebilir çevre politikalarıyla WWF’in “We Love Cities” yarışmasında finalde mücadele etmeye hak kazandı. Dünyada 27 ülkeden 58 şehrin yarıştığı finalde en fazla oyu alan finalist “en sevilen kent seçilecek. İzmir #weloveizmir etiketi ve WFF’in adına açtığı site üzerinden en sevilen kent oylamasına dahil olacak.11 Ekim’de sona erecek oylamada, Los Angeles, Paris, Londra ve New Mexico City gibi küresel şehirler de yer alıyor. Her #weloveizmir paylaşımı oy sayılıyor 58 şehrin boy gösterdiği yarışmaya İzmir "#weloveizmir" etiketiyle katılıyor. Her hesabın gün içindeki #weloveizmir etiketli ilk paylaşımı oylamaya dahil ediliyor. İzmir’in en sevilen kent olması için siteden de oy verilebilir Yarışma kapsamında WWF tarafından her şehir adına bir site açıldı. Bu sayfa üzerinden de İzmir’e oy verilebiliyor, görüş ve öneriler sunulabiliyor. Her destekçinin günde sadece bir oy kullanabiliyor. https://welovecities.org/tr/izmir/
KAPANİZADELERKAPANİZADELERKapanizadeler Menderes zaman› ve 1950 sonlar›... Halk tedirgin, politik hava gayet sert. Bir yanda DP Hükümeti'nin devlet bakanlar›ndan Osman Kapani, di¤er yanda kamu hukuku profesörü Münci Kapani. Osman Bey, Türk siyaset tarihinde simge olacak bir döneme tan›kl›k ederken, kardeşi Münci Kapani insan haklar› ve kamu hürriyeti ad›na makaleler yaz›p, dönemin politik ortam›n› irdeliyor. Öyle ki, DP'nin bask›c› tutumu, onu üniversiteden istifaya kadar itiyor. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin o tarihteki Dekan› Prof. Dr. Turhan Feyzio¤lu, ders y›l› aç›l›ş›nda, ‘‘Gençler, düşündüklerinizi her ortamda oldu¤u gibi söyleyin" dedi diye, Adnan Menderes taraf›ndan görevden uzaklaşt›r›nca, ö¤retim kadrosundan Ayd›n Yalç›n, Bahri Savc›, Şerif Mardin, Mümtaz Soysal ve Coşkun K›rca gibi, Hukuk Fakültesi'nden Münci Kapani de, ‘‘Hükümet, üniversiteye müdahale edemez’’ diyerek istifa ediyor. Dönemin siyaset ve düşünce ortam›na ailenin bu iki üyesi damgas›n› vururken, Kapanizadeler'den Güneş Karabuda ve eşi de kat›l›yor serüvene. Pek çok gazeteci hapse at›l›rken, onlar hiç çekinmeden yaz›yorlar, rejimi eleştiren makalelerini. Çevreden uyar›lar geliyor. Karabuda, "‹ndim Zaman Bahçesine" isimli kitab›nda olanlar› şöyle anlat›yor: "Bir başka uyar› da Menderes'in devlet bakan› day›m Osman Kapani'den geldi. Politik de¤er ve düşüncelerimiz çok de¤işik olsa da, her zaman sevmişimdir onu. Esprili, kültürlü, hoş adamd› Osman day›m. 27 May›s Askeri Darbesi'nde kabine üyeleri ve DP miletvekillerinin teker teker yakalan›p Harp Okulu'na götürüldü¤ünü duyduk. Day›m Osman Kapani de bunlar›n aras›ndayd›." Sonunda bir kardeş için Yass›ada dönemi başl›yor. Di¤eri ise son dersine giriyor: "Size ders anlatmaya de¤il, ders vermeye geldim. ‹ki şey söyleyip gidece¤im. Önce şunu belirteyim ki, sizin s›n›f çok iyi mevkilere gelebilecektir. Sizden sonrakilerin şans› az ama daha sonraki kuşa¤›nki daha da az. Benim size söylemek istedi¤im iki şey şu: Görev yaparken: 1. Ekmekle hürriyeti birbirine tercih edilir hale getirmeyin. Aç insana hiçbir şey kabul ettiremezsiniz. 2. Fazilet ile menfaati biraraya getirmeyiniz. Onlar su ve şeker gibidir. Fazilet, menfaatin içinde erir gider." Sadece Osman ve Münci Kapani de¤ildi, siyaset ve hukuk arenas›nda boy gösteren. Tahir Kapani vard›, ‹zmir Belediyesi Karş›yaka Şube Başkanl›¤› yapm›ş. Kapanizade Muazzez Han›m'›n eşi Ordinaryüs Profesör Baha Kantar vard›, pek çok hukukçu yetiştirmiş. Sonra, spor tarihinde kaz›l›yd› adlar›. Atlet lakapl› ilk sporcu Osmanzade Süha Aksoy, 1941-Dekatlon Türkiye Rekortmeniydi. Mustafa Kapan- c›o¤lu'nu kim tan›mazd› spor camias›nda. Bir de evliliklerle ço¤alm›şt›, tarihçeye kaz›nan isimler. Mehmet Münci Kapani'nin k›z› Suzan Han›m, dönemin Cumhurbaşkan› Fahri Korutürk'ün o¤lu ile evlenmiş; At›fet Kapanizade, ilk evlili¤ini Atatürk'ün eşi Latife Han›m'›n kardeşi Ömer Bey ile yapm›şt›. Kimlerle akraba de¤il ki Kapanizadeler. Evliyazadeler, Katipzadeler, Osmanzadeler, Çelebizadeler, Uşşaki- zadeler...
ŞEYTANIN KAHVESİŞEYTANIN KAHVESİŞeytan Suat’ı tanımayan yok Hemen her geldiğimde mutlaka uğramadan geçmediğim bir kahve var Ayvalık’ta, ünü ülkenin dört bir yanına yayılmış Şeytanın Kahvesi, zorlasalar tanınmışlıkta sanki Ayvalık’ın bir tık önüne geçecek gibi. Tam 155 yıllık bir bina, dededen babaya, babadan oğula, oğuldan toruna geçerek bugünlere kadar gelmiş, kalitesini ve duruşunu bozmamış çalıştıranlar. Dede Suat Kaçak oğlu Mustafa ve torunu Suat ile birlikte çalışıyorlar Şeytanın Kahvesi’nde. Ama öyle şeytanlıkla falan işleri güçleri yok ailenin, lakap yapışmış kalmış üzerlerine, onlar da kabullenmiş, tüm Ayvalık halkı, gelip giden yerli ve yabancı turistler de öyle bilmiş. Şeytan Suat denilince, bilmeyen, tanımayan yok. Çarşıda kime sorsanız hemen iki dakika içinde tarif ediveriyor gidilecek güzergahı. Her şey butik olunca Şeytanın Kahvesi. O kadar ünlenmiş ki, satılığa çıkarılan veya kiraya verilmek istenen evler ilanlarına, “Şeytanın Kahvesi’ne yüz metre, Şeytanın Kahvesi’ne bitişik” gibi duyurular ekleyerek satışlarını hızlandırma yolunu seçmişler. Suat Kaçak da doğruluyor, “Bizim ünümüzle birlikte çevremizde, sokağımızdaki evlerin değeri üçe beşe katlandı” diyor. Macaron Sokağı olarak da bilinen Barbaros Caddesi renkli, bir o kadar da sıcakkanlı esnaflarıyla biliniyor.
ESBAŞ 30 YAŞINDAESBAŞ 30 YAŞINDATürkiye'nin en büyük serbest bölgesi 30 yaşında. Faaliyete, 14 Ağustos 1990 yılında başlayan Ege Serbest Bölgesi, kuruluşunun 30. yılını kutluyor. Bugüne kadar toplamda yaklaşık 80 milyar dolarlık ticaret hacmi gerçekleştiren Ege Serbest Bölgesi, ihracat, ticaret hacmi ve istihdam verileri bakımından uzun yıllardır Türkiye’nin en büyük serbest bölgesi olma başarısını gösteriyor. Türkiye’nin yüksek teknoloji merkezi olması hedefiyle başlayan Ege Serbest Bölgesi projesinin, bugün resmi olarak faaliyete geçişinin tam 30. yılını kutladıklarını belirten Ege Serbest Bölge Kurucu ve İşleticisi A.Ş. (ESBAŞ) Yürütme Kurulu Başkanı Dr. Faruk Güler, “Kurucumuz merhum Kaya Tuncer, 14 Ağustos 1990 tarihinde, Ege Serbest Bölgesi faaliyete geçerken, burasının ülke ekonomisine katma değer katan, yüksek teknoloji transferi sağlayan, istihdam yaratan ve ihracatı artıracak bir üretim merkezi olması hayalini kurmuştu. 30. yılı kurucumuzun bu hayalini gerçekleştirmiş olarak kutlamanın gururunu yaşıyoruz. 30 yılda toplamda yaklaşık 80 milyar dolarlık ticaret hacmi gerçekleştiren, yılda 4 milyar dolarlık ticaret hacmine ve 20 bin 500 kişilik istihdama ulaşan Ege Serbest Bölgesi, uzun yıllardır Türkiye’nin en büyük serbest bölgesi olmanın verdiği özgüveni taşıyor. Ulaşılan bu başarıda Yönetim Kurulu Başkanımız Mary Tuncer’in de, ESBAŞ’ın kuruluşunun ilk gününden bu yana çok büyük ve önemli katkıları olmuştur” diye konuştu.
TRUVA MÜZESİTRUVA MÜZESİMuhteşem Truva Müzesi Geçen hafta gene düştüm Truva yollarına. Ama bu defa ki ziyaretim turistlerimle birlikte değil yalnız başıma. Hep Truva için gittiğim bu yöreye bu kez sadece 2018 yılında açılan yeni arkeoloji müzesini görmek için gidiyorum. Müze binası Truva antik kentine daha varmadan sol tarafta bulunuyor. Devasa bir yapı ama öyle gözümüzü de pek tırmalamıyor. Muhteşem müze, dört kattan oluşuyor. Müze içinde sizlere "hadi canım" dedirtecek cinsten çok özel, nadide buluntular var. Zemin katta: Diğer Truva kentlerinde ortaya çıkarılan buluntular sergileniyor. 1.Katta: Truva’nın katmanları ve yaşanılan devirler anlatılıyor. 2.Katta: Antik dünya buluntuları sergileniyor 3.Katta: Truva kazı tarihi sunuluyor. Ve teras kat. Bu kez değişik bir şey yapacağım. Müzenin tüm katlarını değil benim için değerli olan zemin kat ve ikinci kattaki o muhteşem eserleri anlatarak, sizlere bu müzeyi tanıtmaya çalışacağım. Çünkü 2. ve 4. katlarda şehrin katmanları ve kazı geçmişinin hikayelerini zaten yazılı ve görsel olarak anlatılıyor.
TOPRAK ANA AYITOPRAK ANA AYIToprak Ana ayı İzmir Life dergimizin bu sayısı okurlarıyla buluştuğunda Terra Madre 2020 de başlamış olacak. Bu sayfalarda da 2021 Nisan ayına kadar Terra Madre etkinliklerini yansıtmaya çalışacağım. Çünkü bu yıl çevrimiçi Terra Madre 6 gün değil tam 6 Ay sürecek… Daha önce de yazmıştım; insanoğlu varoluşsal tehdit Covit-19 değil. Önünde sonunda aşısı ve kesin tedavisi bulunacak ama halen büyümeye devam eden iklim ve çevre krizinin sona ermesine dair umutlar zayıflıyor. 2020 Avrupa’nın geleceği için çok önemli... Bu yıl Avrupa için çok önemli; CAP reformu tamamlanıyor ve AB Yeşil Anlaşması, Çiftlikten Çatala ve Biyo çeşitlilik stratejilerinin hedeflerini karşılamak için yeniden yapılandırılması çok önemli. Ortak Tarım Politikası (CAP), tarım ve kırsal kalkınmaya adanmış bir Avrupa Birliği politikasıdır. Bugün CAP, AB bütçesinin yaklaşık yüzde 40'ını oluşturuyor ve AB'nin gıda ile ilgili önemli politikaları arasında yer alıyor. “Good Food Good Farming” hareketi, insanlar ve gezegen için iyi olan adil, yeşil, sağlıklı bir CAP talep ediyor. Gıda, çevre ve refah açısından Avrupa'nın geleceğini belirleyecek. Vatandaşların sesini duyurmanın ve taleplerinin AB karar vericileri tarafından duyulmasını sağlamanın temel olduğuna inanıyor Slow Food… Ekim ayındaki etkinlikler sırasında, diğer ortak kuruluşlarla birlikte, Slow Food grupları, yurttaşların Avrupa Gıda Sistemlerinin geleceğini nasıl gördüklerine dair karar vericilere vatandaşların taleplerini kişisel olarak iletmek için çevrimiçi bir kampanyaya katılımı teşvik edecek. Ayrıca daha yüksek hayvan refahı standartları, agroekoloji ve sosyal adalet de gündemden düşmeyecek…
EDWİN de LEONEDWİN de LEONEdwin de Leon (1874) Gavur İzmir “Dini bütün” insanlar İzmir’in kozmopolit yapısına ve her tür insanı içinde barındıran ahalisine nefretle bakıp, öteden beri “incir kenti” olarak bilinen bu kente, küfür nitelikli bu lakabı takmışlardır. Osmanlının bu “dinsiz kenti” tamamen yönetimi altına alıp, sokaklarında ve kafelerinde boy göstermeye başlamasından bu yana, diğerlerinden tamamen farklı olarak kendi içinde küçük bir dünya olan bu kent, her zaman hâkim sınıfın “kibirli” havasını taşımaktadır. Aynı zamanda burası, birçok dil ve lehçe konuşan Levantenlerin ve birbirine karışmış ulusların en gözde mekânlarından, uğrak yerlerinden biridir. İzmir tamamıyla özel bir yer. Birbirine zıt renklerin, kostümlerin ve milliyetlerin ilginçliği, karaya ayak basar basmaz ve bu kentin büküle kıvrıla uzayan kirli, dar sokaklarını arşınlarken her adımınızda sizi çarpmakta. Ara sokakları insanoğlunun çeşitli numunelerinin bir arada bulunduğu bir sergi sunar. Bu sergideki Avrupalı örnekleri, meyve yüklü gemilerin denizcileri ile aralara serpilmiş çok az sayıdaki turistler oluşturur. Bir yabancı daha gözlerine inanmaya vakit bulamadan Avrupa, Asya, Afrika ve Amerikalılardan oluşan panoramik bir geçit resmiyle karşılaşır. Fakat en büyük ilgiyi doğulu örnekler çekmekte. Doğulu örneklerin arasında da “Soylu Türklerden” en aşağıdaki Afrikalı zencilere kadar sınırsız sayıda çeşitliliğe sahipsiniz. İzmir, şayet İskenderiye’yi saymazsak, Avrupalı ve Hıristiyan tüccarlar ile diğer bütün doğu kentlerine oranla daha sıkı ve doğrudan ilişki içindedir. Bölgenin ve insanlarının melez yapısı, görülebilecek ve gezilebilecek bütün yerleri görüp gezdikten sonra dahi gezginlerin buradan ayrılışlarını ertelemelerine ve burada bir müddet daha oyalanmalarına neden olan en büyük cazibe kaynağı oluşturur. Çünkü bu sokakların dışında, bir yabancı için görülebilecek ve bir Avrupalının beğenisine sunulabilecek gerçekten çok az şey bulunuyor. Kent sınırları dışında ne gezilebilecek bir yer, ne kalıntılar ne de civarında özel veya albenisi olan doğal güzellikler var. Bölgenin cazibesi kendi özgünlüğünde yatmakta. Civarda bulunan bütün bölgelerden gelerek sokakları dolduran ve bağıra çağıra hızlı olduğu kadar hatalı konuşulan dilleri ve lehçeleri ile sağa sola bakınan müşterilerin oluşturduğu meraklı kalabalığı ve diğer kentlerden oldukça farklı görünmektedir. Burada Levantenler “Fransızca”, “İtalyanca”, “Türkçe” ve “Arapça”dan tırpanlanarak oluşturuşmuş Lingua Franca” adlı uydurma bir dil konuşmakta. (Ayrıca Malta dilini de bilmekteler). İnsanların kulaktan duyarak ve yemlenen bir güvercin misali bilgiyi tek tek toplayarak öğrendikleri bu yerde "bilginin kaynağı" sokakların kendisidir.
DOKTOR VAGONUDOKTOR VAGONUDoktor Vagonu TCDD Cumhuriyetin ilk yıllarında demiryolu hatlarında oluşabilecek kazalarda sağlık yardımı yapacak ve hastaları en yakın hastanelere nakledebilecek “sıhhi imdat” vagonlarını devreye soktu. İlk olarak Eskişehir’de hizmete giren sıhhi imdat vagonlarının sayısı demiryollarının büyümesiyle artırıldı. 1960 yılında Anadolu’yu çelik ağlarla ören demiryollarında 3 tanesi Ege Bölgesi'nde olmak üzere içinde ameliyathane, revir, tabip odası, hemşire odası, mutfağı bulunan 19 sıhhi imdat vagonu gezici hastane hizmeti verdi. Anadolu – Bağdat Demiryolu Ser Tabibi Doktor Mehmet İhsan’ın yazdığı makaleden her türlü tıbbi alet, edevatın bulunduğu sıhhi imdat vagonlarında; kulak, burun, bademcik, boğaz, göğüs, mide, diş, beyin, kırık çıkık, karaciğer, bağırsak, safra kesesi idrar yolları, nisaiye, hıyarcık göz ve diğer hastalıklarla ilgili tedavi ve ameliyatların yapıldığını öğreniyoruz. Sıhhiye veya doktor adıyla bilinen vagonlarda demiryolları personelinin dışında halka da sağlık hizmetleri verilirdi. Doktor, hemşire ve hasta bakıcıların görev yaptığı, özel donanımlı vagonlarda kasaba ve köylerden gelen hastalar muayene edilip, ilaçları temin edilir, gerekirse ameliyatları yapılırdı. Sağlık hizmetlerinin yaygınlaşması, hastanelerin çoğalmasıyla birlikte doktor vagonları devre dışı kaldı. TCDD 3. Bölge Müdürlüğü tarafından Uşak’ta kaderine terk edilmiş doktor vagonu Alsancak Garı’na çekilerek bakıma alındı, yoğun bir çalışmayla aslına uygun olarak yeniden onarıldı. Zafer Gazi Tunalı ve Atilla Özdemir’in Uşak’tan başlayarak bütün aşamalarını fotoğrafladıkları tarihi vagonda görev yapmış, şimdi rahmetli olan Sayın Dr. Cengiz Uzuncan’a doktor vagonu üzerine sorular sormuş ve hikayeye ilişkin keyifli cevaplar almıştım. İşte sorular ve cevapları...
DR. AKİF BAŞARANDR. AKİF BAŞARANSağlımız için her yönde 5 öneri... Dr. Akif Başaran Grekçe ‘homeos’ benzer, ‘pathos’ hastalık demek. Böylece Homeopati, ‘benzeri benzer ile tedavi etme’ sistemi olarak tanımlanabilir. Şimdi sizi; hastalık belirtilerini ilaçla bastırmaya çalışmayan, hastalığın başka bir düzlemde olduğunu savunan klasik homeopati eğitimi almış sağlık konusunda değişik önerileri olan bir doktor ile tanıştıracağız. Bu söyleşiyi mutlaka okuyun satır aralarında çok değerli bilgiler var...
HALK ECZANESİHALK ECZANESİRum eczacının 8 Eylül 1922’de terk ettiği Cumhuriyet'le yaşıt Halk Eczanesi İzmir’in tarihi Kervanlar Köprüsü’nden Basmane’ye doğru yönelince kendinizi “Kapılar” semtinde bulursunuz. Semtin simgelerinden biri “Halk Eczanesi”dir. Burada yaşayan herkes Halk Eczanesi'nden sağlık hizmeti almıştır. 50’li, 60’lı yıllarda eczaneye gidenleri Ali Bey karşılardı. Bugün olduğu gibi raflar ilaçlarla dolu değildi. İlaç hammaddeleri arka taraftaki odada bulunan yeşil ve kırmızı kapaklı dolaplarda saklanırdı. Ali Bey bembeyaz porselen havanda ilaçları hazırlar, hastaya bir gün sonra teslim ederdi. Bugün eczaneye girdiğinizde bir duvarının buranın tarihini belgeleyen resimlerle kaplı olduğunu görürsünüz. Eczacı Ali Dermancı’nın portresinin altında eczanenin eski halinin fotoğrafları ve bir Rum eczanesinin kayıt defteriyle ilgili gazete haberleri vardır. Bu defter incelenirse; 9 Eylül 1922’de Türk Ordusunun İzmir’e girdiğinde, kayıtların bittiği, Rum eczacının da buraları terk etmiş olduğu anlaşılır. Eczacı Ali Bey Eczacı Ali Bey’in kızı Eczacı Nurhayat (Dermancı) Mertoğlu Halk Eczanesi’nin tarihçesini şöyle anlatıyor; “1884 doğumlu Ali Bey ebeveynleriyle birlikte Balkan Savaşları (1912-1913) öncesi Makedonya’nın Köprülü (Veles) kentinden Türkiye’ye gelmiş, İstanbul’da eczacılık eğitimi almış. Savaş sonrasında doğduğu toprak olan Köprülü’ye dönmüş. 1922 yılında tekrar Türkiye’ye gelip, bir süre Turgutlu’da resmi görevli olarak çalışmış. 1 Nisan 1923’te üyelerinin tamamı Türk olan “İzmir Eczacılar Cemiyeti” kurulmuş. Ali Bey de işte o günlerde eczane açmaya karar vermiş. Konak, Alsancak, İkiçeşmelik, Tilkilik bölgelerinde eczaneler olduğundan, bu semtlerde eczane açması olası değilmiş. O tarihlerde her istenilen yere eczane açılma izni alınamazmış. Gerekli müracaatlarını yaptığında; bir sokakta 2 eczacı olamayacağına dair kanuna göre; eczanesi olmayan bir mahallede işyeri açabileceği bildirilmiş. Ali Bey’e Kapılar semtinde Kurtuluş Savaşı öncesi Rum bir eczacıya ait olan yıkık bir yer gösterilince; burayı tekrar kullanılır hale getirmiş. Bu eczane 1930 yılındaki selden büyük zarar görünce, şimdiki yerine taşınmış.” 8 Eylül 1922’de hazımsızlık çeken Manoli ve Vangelis Cumhuriyet öncesinde özellikle Rum kökenli kişilerin yaşadığı Kapılar semti Aya Vukla Kilisesi çevresinde yer almaktaydı. Aya Vukla, Ortodoks inancına göre İzmir’in koruyucu aziziydi. Rum eczacı bu kilise yakınına eczanesini açarak, geniş bir kitleye hitap etmiş olmalıydı. Ali Bey 1923 yılında eczanesini kurarken yıkıntılar arasında Rum eczacının ilaç kayıt defterini bulmuş. Bugün Halk Eczanesi’nde koruma altına alınmış olan deftere kendisi de kayıt tutmaya devam etmiş. Torun Eczacı Ali Dermancı’nın izniyle defteri incelediğimde; defterin 8 Eylül 1922 gününe kadar işlenmiş olduğunu, sonrasında hiçbir kayıt düşülmediğini gördüm. Rum eczacının genelde Fransızca olarak kayıt tuttuğu ilaç defterinde; Rum kökenli hasta isimleri yanında, az sayıda Türk, Ermeni, Yahudi ve Levanten isimlerine de rastlanıyor. 8 Eylül günü Rum kökenli Manoli ve Vangelis isimli 2 hastaya hazımsızlık ile ilgili ilaçlar hazırlanmış, 30’ar kuruş ücret alınmış.
ELİZABETH TAYLORELİZABETH TAYLORSonsuza dek yaşayacak bir efsane Elizabeth Taylor Başarılarla dolu 79 yıllık yaşamına 54 film ve 8 evlilik sığdıran menekşe gözlü Elizabeth Taylor’un hayranı olmayan var mıydı? Günümüzde insanlar onu klasik filmler yeniden popüler olunca tanımaya başladı. Bir oyuncu olarak gücü, tüm külliyatıyla elde ettiği başarının görkemi böylece anlaşıldı. 9 yaşında ekranda görülen Taylor, ekranlarda büyüdü. 20. yüzyılda Hollywood sinemasının altın çağının en büyük oyuncularından oldu. İyi oyunculuğu ve güzelliğinin yanı sıra Hollywood’da çalkantılı yaşam tarzı ve yaptığı çok sayıda evliliğiyle tanındı. Taylor’ın "Butterfield 8" (1960) ve "Who’s Afraid of Virginia Woolf" (1966) filmleriyle iki defa Oscar aldı. Her zaman seksi ve büyüleyici güzelliğini korudu ve daima bir star olarak kaldı. Elizabeth Taylor, bugün beyazperdede görmenin imkânsız olduğu belirli bir kadınlık türünü temsil ediyordu. Olağanüstü şehvetli ve kendiliğindendi; müthiş bakışlarında kadınlık doğasının tüm özelliğini yansıtıyordu. Cinselliğini etrafında uçuşan bir bulut gibi taşırdı; görülebilir, hissedilirdi. Cazibesi ses tonundaydı, bakışındaydı, gülümsemesinde, duruşunda, yürüyüşündeydi. Kısaca kadınlığını iyi taşır, iyi sergilerdi. Bunun yanında oyunculuk yeteneği ile sahneyi doldurandı. Hayatın tadını sonuna kadar çıkarır, yemeyi ve içmeyi sever, süs eşyalarına bayılır, şahane bir mizah duygusu ile katıla katıla gülerken sesi yüzlerce metre öteden duyulurdu. Zengin bir ailenin el üstünde tutulmuş güzel kızı Elizabeth Taylor’un, çocukluğundan beri aşırı pahalı zevkleri vardı. Kazandığı paranın yarısından fazlasını kürklere, milyon dolarlık mücevherlere, özel tasarım giysilere harcadı. Richard Burton ile evli iken Elizabeth adında bir jetleri, garajlarında Rolls Royce filosu, Kalizma adasında 40 metrelik yatları, Kanarya Adaları’nda muz bahçeleri, İrlanda’da at sürüleri, Meksika’da villaları, İsviçre’de malikâneleri oldu. Büyük aşkı Richard Burton’un ilişkileri çalkantılı, sarsıcı bir aşk hikâyesiydi. Laurence Olivier’den sonra ortaya çıkan en büyük Shakespeare aktörü olduğu söylenen Richard Burton, kamera karşısında rol yapmak konusunda Elizabeth Taylor’dan çok şey öğrendiğini anlatırdı. Elizabeth Taylor dönemini yaşayanlar bilir o adeta bir tanrıça olarak kabul gördü ve o ihtişamıyla yaşamını sürdü. 1950’ler Amerika’sında sarışınların rağbet gördüğü bir dönemde seyircinin karşısında Elizabeth Taylor vardı, esmer ve göz kamaştırandı. Sarışınların üstünlüğüne son vermişti. 1950 yıllarının muhafazakâr Amerika’sında cinselliğini açıkça yaşayabiliyordu. Cüretkâr bir şeydi bu. Bir erkekten ötekine gidiyordu. Bir uçak kazasında ölen Mike Todd’un trajedisinin hemen ardından Eddie Fisher’ı Debbie Reynolds’ın elinden alıyordu. Enfes bir kadınsılığının yanında yaşamının belirli dönemlerinde yaşadığı sağlık problemlerinin üstesinden gelen hayatta kalma içgüdüsü gelişmiş bir tarafı vardı. 1961 yılında Londra’da zatürreeden ölmek üzereyken sedyedeki görüntüleri, gırtlak ameliyatları magazin dünyasında yerini alıyordu. Sonra dimdik ayağa kalkıp Oscar ödülünü almak için törene katılıyordu. Yaşadığı tüm o trajedilerden ve ölüm tehlikelerinden kurtulduktan sonra sanatına sarılıyor, oyunculuğunu geliştirebiliyordu
PROF. DR. OĞUZ ADANIRPROF. DR. OĞUZ ADANIRProf. Dr. Oğuz Adanır, lisans, yüksek lisans ve doktora öğrenimini Fransa'da Pantheon Sorbonne Paris I Üniversitesi'nde "Televizyonun Azgelişmiş Bir Ülke Üzerindeki Etkileri" isimli doktora tez çalışması ile tamamlamış, çok araştıran ve yeni fikirler peşinde koşan bir bilim insanı... Dünyaca ünlü kuramcıların Türkiye'de tanınmasına yaptığı çevirilerle büyük bir katkıda bulunan Adanır ile renkli bir söyleşi yaptık. İşte sorular, işte cevaplar...