TEMMUZ AĞUSTOS 2025 Bir yaz sayısı... Tabii ki kentimizin ormanlarının yok olmasını seyrettiğimiz günler... Bir yandan da Egeli çiftçilerin madencilere karşı topraklarını savunma çabası da sürüyor... Biz çiftçilerden yanayız... Keyifli bir sayı oldu... Umarız seversiniz.
BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ: HÜSEYİN ARABULBİR BAŞARI ÖYKÜSÜ: HÜSEYİN ARABULElektromekanik sanayide başarının öyküsü Hüseyin Arabul Yirmi dördüncü yayın yılımıza kadar birçok başarılı insan portresini buluşturduk siz değerli okurlarımız ile... Bu sayıdaki konuğumuzun hikayesini okuduğunuzda gençlerle paylaşmak isteyeceğinize eminiz. ODTÜ Mühendislik Fakültesi Elektrik Elektronik Bölümü ilk 5 mezunundan biri olan Hüseyin Arabul, bu ülke için sağlık sorunlarına karşın 85 yaşında hala üretmeye devam ediyor ve yeni projeler için çalışma arkadaşlarını cesaretlendiriyor. Gelin bu mücadele dolu çok renkli yaşama birlikte tanık olalım. Sizi biraz tanıyalım mı? 1940 yılında maliye tahsildarı Ahmet Arabul ve Fatma Arabul'un oğulları olarak Kuşadası’nda doğdum. 7 yaşında babam ölünce annemin elinde bir dikiş makinesi, benim elimde bir tahta çantayla İzmir'e geldik. Babam anneme beni İzmir’e getirip okutmasını vasiyet etmiş. O da beni getirdi, önce Ballıkuyu ile Basmane arasında bir aile evine yerleştik. Ben okurken anneme yardım olsun diye her türlü işi yapmaya başladım. Simit satmaktan tutun, manavlığa, sakatatçılığa kadar… Çocuk yaşta girdiğim işlerde bazen çok da akıllıca davrandığım oldu. Mesela gevrek satmaya kalktığımda, ilk gün sepetin içinde yirmi gevrek vardı, satamadım. Acaba ne yapmak lazım diye düşündüm. Kendime göre biraz daha küçük, birinci sınıftan birini yanıma aldım. Gevrekleri sokakların birleştiği yerde satmaya başladım. Sokakları dolaşacağıma düğüm noktasında kalmanın daha mantıklı olacağını düşündüm. Arkadaş sabahtan dursun, öğleden sonra da tezgâha ben geçeyim dedim. Sabah okula gidiyor, çıkınca da gevrek satmaya geçiyor, aileyi geçindirmek için çabalıyordum. Annem ile önce aile evinde kalmış, sonra iki odalı eve, ardından üç odalı eve geçmiştik. Lise birinci sınıfa geldiğim zaman matematik öğretmenim defterimi gördüğünde “Sen ders verebilecek düzeydesin” demişti. Öğrenci iken öğretmen mi oldunuz? Namık Kemal Lisesi'nde matematik öğretmenim “Ben geç geldiğimde dersi sen yaptır” derdi. 1950’li yıllar. Özel dersler vermeye başladım, gelirim arttı. Bu sayede annemi daha güzel bir eve taşıma, eşyalar alma imkanım oldu. Bunları, ailesinin geliri iyi olan arkadaşlarımın ticari kabiliyetlerinin az ama yoklukta yaşayan insanların ticari kabiliyetlerinin gerçekten farklı olduğunu anlatmak için söylüyorum. Hayatınızın kilometre taşlarından biraz bahsedebilir miyiz? Kilometre taşları bana göre yolu nasıl yürüdüğünüzün sonucunu gösterir. O dönüm noktalarında yolun iyi seçilmesi, hayatta başarılı olmanın önünü açar. Bu yolun iyi seçilmesi insanların tek başına kendi kabiliyetleriyle ilgili değil, kolektif çalışmayla olabilir. Hayatım boyunca kolektif çalışmaya özen gösterdim. Daha gevrek satarken kolektif çalışmaya başladım. Sakatatçılık yaparken, sakatatları Salhane’ye gider alırdım. Salhane’de öğrenci olduğum için herkese yetmiş beş kuruşa verirlerken, bana altmış kuruşa verirlerdi. İlk seferde bir küfe aldım, kelleleri doldurdum. Bunları temizler, güzelce pişirirsem, annem de bunun üzerine karabiber, tuz dökerse, ürün daha cazip olur ve satarım dedim. Mağazalardan dört buçukta çıkan hanımlar vardı. Onların geçtiği yol üzerine tezgah açtım. Neden? Evlerine dönen yorgun kadınlara bir seçenek yaratıyorum. Kelleler ilk gün bitti. İkinci gün dedim ki bunu iki küfe yapayım, yanıma iki tane de arkadaş alayım. Yine kolektif çalışma anlayacağınız... Orta Doğu Teknik Üniversitesi mezunusunuz. Üniversiteye gidiş sürecinden söz eder misiniz? İzmir Namık Kemal Lisesi'nden mezun olduğum gün elimde üç haftalık geçim parası vardı. Ne zaman ders vereceğim diye bekliyordum. Fakat bir gün bir mektup aldım. Bu, benim için ilk dönüm noktasıdır. Hayatımı değiştirdi. Mektupta; “Evladım Hüseyin Arabul, adını Namık Kemal Lisesi yönetiminden aldım. Senin okumak için nasıl çırpındığını bana anlattılar. Bu nedenle ben sana her ay 250 TL göndereceğim. Bunu okulunu bitirinceye kadar sürdüreceğim. Benim kim olduğum hiç önemli değil. Sakın bu konuda araştırmaya kalkma. Senden istediğim, okulunu bitirince imkanların elverdiğinde sen de benzeri çocuklara yardımcı ol. Gözlerinden öperim” yazıyordu. O zaman için büyük para... O 250 lira her ay gelmeye başladı. Belli oldu artık, ben okuyacağım. Fakat gelin görün ki ikinci hafta bir öğrenci çıktı karşıma. Ders verdim. Onun üzerine ikinci, üçüncü, dördüncü öğrenci geldi. İyi para kazandım. Kitap aldım, anneme daha iyi imkanlar sağladım. Mesela ilk radyoyu ben aldım anneme. Ders verdiğim için artık paraya ihtiyacım kalmamıştı. Bana yardımcı olan kişiyi bir yıl sonra buldum. Önce hafiften kızgın göründü. “Benim artık paraya ihtiyacım kalmadı. Siz bana gönderdiğiniz parayı ihtiyacı olan başka bir öğrenciye gönderebilirsiniz” dediğimde ise yüzler gülmeye başladı. İnanılmaz bir destekti, minnettarım. Bir özelliğim vardı. Her yaz bir kişiye ücretsiz ders veriyordum. Ücretsiz ders verdiğim bir kıza aşık oldum. 24 Haziran 1963 tarihinde üniversite diplomamı aldım ve o yıl Özel Hanım ile evlendik. Bu evlilikte ikinci bir 250 liralık tılsım vardı. Kredi Yurtlar Kurumunun 250 lira bursunu biriktirdik, evlilik parası yaptık. Bu arada 1959 yılında başlayan, üniversite hayatımda tanışıp, yol boyunca eğitim, askerlik, iş hayatında kesintisiz birlikte olduğum dostum, arkadaşım ve ortağım sevgili Özcan Kanburoğlu ile dünya literatüründe ender rastlanan bir dostluğumuz oldu. Dünya tarihinde; Brown Boveri, Spreher Schuh, Merlin Gerin, Fevzi Akkaya-Sezai Türkeş gibi unutulmaz arkadaşlıkların birlikteliğine benzer. Bizimki de (ÖZAR) Özcan Kanburoğlu ve Hüseyin Arabul (ÖZAR) arkadaşlık ve ortaklığı olmuştur. ODTÜ Ankara fikri nasıl oluşmuştu? Ben Orta Doğu Teknik Üniversitesi sınavına kendi imkanlarımla değil, Namık Kemal Lisesi'nin müdür ve muavinleri sayesinde girdim. Yol giderlerimizi bile onlar sağladı. O zaman her üniversitenin ayrı sınavı vardı. Önce İstanbul'a gönderdiler, Işık Lisesi'nde kaldık. Orada ben Etibank sınavını kazandım. Ondan sonra ODTÜ’ye gittik. 7 arkadaş. Bir tek ben kazandım. Çünkü bir astsubaydan İngilizce dersi almıştım. Üniversiteye gittim ama ilk görüntü hayal kırıklığı idi… Üniversitenin binası yoktu. Meclisin arkasında devletten barakalar almışlar, bunu üniversite olarak takdim ettiler. “Ben buraya gelmem” dediğim anda biri omzuma dokundu, sınavda soru soran eğitmenlerden biriydi. Dedi ki “19 arkadaş bu üniversiteyi kurmak için geldik. Biz iyi bir üniversite kurmak için buradayız. Sen dışına değil içine bak.” Bu kişi ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü kurucularından Mustafa Nuri Parlar'dı. Sonra onun adına ODTÜ yönetimi ile Mustafa Nuri Parlar Vakfı’nı kurduk. Peki, neden elektrik elektronik bölümünü seçtiniz? Ortaokulda Tabiat Bilgisi diye bir ders vardı. Derste transformatör diye konu anlatılıyordu. Benim çok ilgimi çekti. O dersten sonra doğru bit pazarına gittim. Oradan anlatılan malzemeleri aldım ve bir transformatör yaptım. Anneme dedim ki, ben şimdi fişi takacağım gece lambası yanacak. Fişi taktım, bütün mahallenin elektriği gitti. Sonra düzgün şekilde yaptım tabii. ODTÜ sonrası iş hayatı nasıl başladı? Lisans eğitimim, 1963 Haziran ayında tamamlandı. İhtiyacım olduğu ve Özcan Bey de bana katıldığı için 1963-1964 yıllarında bir yıl kontrol mühendisi olarak Amerikan Mühendisler Birliği TUSEG’de çalıştık. Ben Samsun’da, Özcan Karamürsel’de. Bu sayede ev düzenini kurma imkanım oldu. Aylık 6 bin lira maaş aldım. Devlet memuru mühendisler o zaman ayda bin lira alıyorlardı. Tabii ben orada çalışırken de rahat duramıyorum. Amerikalılar 9.00-16.00 arası çalışıyor. Samsun 19 Mayıs Lisesi'ne gidip müdürle konuştum. "Bir sınıfı ver bana, matematik, fizik öğreteyim" dedim. Olur mu olur. Cumartesi, pazar geldi, akşam geldi öğrencilerim. Keyifle çalıştım. Samsun’da ders verdiğim sınıfın büyük bir çoğunlukla ODTÜ’ye girmesi beni çok mutlu etmişti… İnanılması zor bir olanak Prof. Dr. Lazio Stephan Yüksek lisans da yaptınız mı? Programımız belli idi. İyi bir tez konusu bulacak ve kariyerimi yönlendirecek geçimimizi sağlayacak yeni bir düzen kuracaktık. ODTÜ, barakalardan yeni kampusa taşınmıştı. Prof. Mustafa N.Parlar beni benden çok daha iyi tanıyordu. Kendisine Yüksek Lisans eğitiminde hem kendim ve hem de ülkem için bir şeyler yapmak istediğimi söyledim. Mustafa Bey; “Bölüme çok yetenekli bir profesör getirdim. Kendisi Türkiye için yararlı projeleri üniversite endüstri işbirliği yolu ile hayata geçirmek istiyor. ETİBANK Elektrik İşletmeleri Müessesesi (EEİM) destek verecek. Eşref Erkmen Bey hevesli genç mühendisler arıyor. Sana uygun olan projeyi kendin Stephan hoca ile birlikte seç ve Eşref Beyin de onayını al" dedi. Prof. Dr. Lazio Stephan 1954 Macar İhtilalinde, önce hapsedilen ve sonra 7 yıl TIR şöförlüğüne mahküm edilen değerli bir bilim adamıydı. Kendisi ile uzun uzun görüştüm ve düşüncelerini öğrendim. "154 kV Kaskat Akım Transformatör Tasarım ve İmalat" projesini seçtim. Ülkemde yapılmayan bir ürünün imalatını yapmak. Üstelik transformatör imalatı yapmak. Kendimi rüya aleminde hissetmiştim. ETİBANK Elektrik İşletmeler Müessese Müdürü Eşref Erkmen Bey'e gittim. Ona, bir projede Özcan Bey alabilir dedim. Muhasebe ve Finansman müdürü Halide Hanımı çağırdı. Kadroya mühendis olarak alınmamı ve 250 TL rotatif avans verilmesini, ayrıca Özcan Kanburoğlu'na da bir mühendis kadrosu verilmesini söyledi. Sonrasında bana dönerek “Sen ve Özcan bana mezuniyet sonrası iki yıl ETİBANK’ta çalışacağınıza dair söz vereceksiniz” dedi. Rotatif avans miktarının 250 TL olması tılsımın devam ettiğini gösteriyordu. Benim çok etkilendiğim ve inanılmaz yarar sağladığım kişilerden biri Lazsio Stephan Hoca'dır. Bana yokluğun kol gezdiği ortamda imalatın nasıl yapılacağını ve sürekli çalışmanın önemini, yardım olmayınca nasıl direnileceğini, yalnız ve kolektif çalışmanın nasıl gerçekleştirileceğini öğretti. Stephan Hoca devamlı olarak bir mühendisin başarılı olması için evvela işini severek yapması ve sürekli çalışması ikinci olarak da sürücü ehliyetinin olması gerektiğini söylüyordu. Mühendis olarak şöföre bağlı iş yapılmaz diyordu. Müdür veya patron olursan şöför kullanmalısın diyordu. Tez çalışmasının tasarım ve imalat uygulaması derslerle beraber iki dönem içinde tamamlandı. Ortaya, çalışan kocaman bir cihaz çıkmıştı. Tez sunumuma jüri olarak M.N.Parlar, A.Ferit Konar, Lazsio Stephan, Ayhan Türeli ve endüstriden Hüseyin Tekinel katılmıştı. Sunum iki saat sürdü. Beni dışarı çıkardılar ve sonucu beklememi söylediler. Dışarı çıktım. İki üç dakika sonra en genç öğretim üyesi Ayhan Türeli dışarı çıkıp beni içeri çağırdı. Sonuç için Mustafa Parlar Hoca teşekkür etti. Notun AA olduğunu soyledi. Ve tüm hocalar tek tek tebrik ettiler. Özcan Kanburoğlu'da Stephan Hoca ile "Akım Transformatörünün Optimum Ekonomik Tasarımı" tezini gerçekleştirdi Yüksek lisans sonrası iş hayatına atıldınız sanırım... Bu dönemde benim için iki seçenek vardı. Birincisi, ETİBANK’ta bıraktığım yerden devam etmek ve öğretmenlikle geçimimi desteklemek. İkincisi, kendi işimi kurmak ve bunun rüzgarı ile geleceğe yelken açmak. Önce birincisini denedim. Mayıs 1968'de Akköprü'deki çalışmaların o gün sorumlusu olan Muhittin Babalıoğlu Bey'e gittim. Askerliğimin bitmesine az kaldığını ve ETİBANK’ta çalışmak istediğimi, işimin ölçü transformatör imalatı yüksek gerilimi kapsayacak mı? Özerk çalışma imkanı olacak mı? diye sordum ve "Yanlış anlaşılmasın ben kendimi sadece mühendis olarak düşünüyorum" dedim. Muhittin Bey, "Koskoca devlet kurumuna senin şart sürmen kabul edilmez" dedi. Devlet memurluğu düşüncem böylece sona ermiş oldu. Bu nedenle kendi işimi kurup, rüzgarı ile yelken açmaya karar verdim.
YENİ ÇİFTÇİLERYENİ ÇİFTÇİLERYeni çiftçiler adım adım İZTAM’da yetişiyor İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İzmir Tarımı Geliştirme Merkezi (İZTAM), 5’ten 80’e kadar her yaş grubuna kuraklıkla mücadele, sürdürülebilir tarım ve doğayla uyumlu bir yaşam için eğitim veriyor. Genç çiftçilerin yetişmesine katkı sağlayan merkezde topraksız tarımdan seracılığa, atalık tohumlardan güneş panellerine kadar pek çok konuda eğitim alan gençler yaşadıkları unutulmaz deneyimi ve farkındalığı dile getirdi. 16 bin dönüm arazi üzerine kurulan İZTAM’da öncelikli olarak iklim krizi ve kuraklıkla ilgili eğitimler verilirken, çocuk ve gençler ilk defa toprakla buluşuyor.
GENÇLER TARIM İÇİN KÖYE DÖNÜYORGENÇLER TARIM İÇİN KÖYE DÖNÜYORTersine göç başladı: Gençler tarım için köye dönüyor Türkiye’de tarımın geleceğini etkileyen önemli bir toplumsal hareketlilik dikkat çekiyor. “Tersine göç” olarak adlandırılan bu eğilim, özellikle genç ve eğitimli bireylerin şehir yaşamından uzaklaşıp kırsala yönelerek tarımla ilgilenmelerini kapsıyor. Bu değişimin arkasında, şehir hayatının yüksek maliyetleri, doğayla yeniden temas kurma isteği ve sürdürülebilir bir yaşam arayışı bulunuyor. TÜİK verilerine göre, 2022’de yüzde 6,6 olan kırsal nüfus oranı 2023’te yüzde 7’ye yükseldi. Bu artış küçük gibi görünse de, şehirden köye dönüşte dikkat çeken bir eğilimin işareti. Tarım sektöründe yaş ortalaması 58’in üzerine çıkmışken, genç nüfusun bu alana yönelmesi gelecekteki sürdürülebilirliği destekliyor. Bu hareketin sahadaki güçlü temsilcilerinden biri ise Ziraat Mühendisi Şükrü Cem Akçay. uzun yıllar kırsal kalkınma ve tarımsal yenilikler üzerine çalışan Akçay, özellikle gençlerin ilgisini çekebilecek projelere öncülük ediyor. Urla’nın Yağcılar Köyü’nde yürütülen ve geleneksel bağcılık, tıbbi-aromatik bitki yetiştiriciliği, topraksız tarım ve yapay zekâ destekli üretim tekniklerini bir araya getiren proje, bu vizyonun başarılı bir örneği olarak öne çıkıyor. Şükrü Cem Akçay, “Tarım artık sadece toprağı ekip biçmekten ibaret değil. Bugün bir çiftçi veri okur-yazarlığına sahip olmalı, hava durumu analizinden toprak nem sensörlerine kadar pek çok teknolojiyi kullanabilmeli. Biz burada, gençlere hem toprağın dilini hem de teknolojinin imkânlarını birlikte anlatıyoruz. Bu yaklaşım, onları yalnızca üretici değil, birer tarım girişimcisi yapıyor,” diyerek bu dönüşümün ne kadar köklü bir değişim olduğunu vurguluyor. Akçay’a göre, gençlerin tarıma yönelmesi sadece kırsal alanlarda yeni bir ekonomik dinamizm yaratmakla kalmıyor; aynı zamanda tarımın geleceğini daha sürdürülebilir, verimli ve çevreci bir çizgiye taşıyor. “Eğer biz gençleri teşvik edebilirsek, Türkiye’nin tarımsal potansiyelini doğru yönlendirerek büyük bir dönüşüm gerçekleştirebiliriz,” diyen Akçay, kırsalda başarı hikâyelerinin çoğalmasının bunun en büyük göstergesi olduğunu söylüyor. Uzmanlara göre tersine göç, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda stratejik bir tercih olarak değerlendirilmelidir. Tarımın modernleşmesi, kırsal alanların yeniden cazip hale gelmesi ve gıda güvenliğinin sağlanması açısından tersine göçün yaygınlaşması büyük önem taşıyor. Genç çiftçilerin desteklenmesi, tarım teknolojilerine erişimlerinin artırılması ve finansman olanaklarının yaygınlaştırılması halinde, bu dönüşümün kırsal kalkınmaya kalıcı katkılar sunacağı ifade ediliyor. Tersine göç ve akıllı tarım uygulamaları bir araya geldiğinde, Türkiye’nin tarımsal vizyonuna taze bir bakış açısı kazandırabilir.
YAZIBAŞI ARITMAYAZIBAŞI ARITMATorbalı Ayrancılar-Yazıbaşı Arıtma Tesisi İzmir’in en büyük arıtma tesislerinden biri olacak Torbalı Ayrancılar-Yazıbaşı Arıtma Tesisi’nde de hızla yürüyen kapasite artırma çalışmalarının yüzde 70’i tamamlandı. Küçük Menderes Havzası’nı bölgede kurduğu atık su arıtma tesisleri ile kirlilikten kurtarmayı hedefleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi, tesisin kapasitesinin yaklaşık 3 katı büyüklüğünde ek tesis kurarak projeyi 450 milyon liralık yatırımla tamamlayacak. Küçük Menderes’te kirlilik azalacak Tesisteki çalışmalar hakkında bilgi veren İZSU Genel Müdürü Gürkan Erdoğan, “İzmir’in üçüncü büyük arıtma tesisi olacak bu tesisteki faaliyetlerimiz devam ediyor. Fiziki anlamda yüzde 70 seviyelerinde ilerledik. Kalan imalatları da önümüzdeki aylarda tamamlayıp tesisi işletmeye alacağız. 6 bin 912 metreküp olan Ayrancılar-Yazıbaşı Arıtma Tesisi’nin kapasitesi günde 25 bin metreküpe çıkacak. Ayrancılar ve Torbalı’da hem nüfus hem de sanayi artıyor. Bu tesisimiz mevcut kirliliği önlemede de aktif rol oynayacak” dedi.
İZQ PROJESİNE BÜYÜK GURURİZQ PROJESİNE BÜYÜK GURURİzQ’ya büyük gurur İzmir’in projesi “Mekanlar Seçkisi”nde yer aldı İzmir Ticaret Odası öncülüğünde, kentin tüm paydaşlarının katılımıyla hayata geçen İzQ Girişimcilik ve İnovasyon Merkezi, mimarlık, iç mimarlık ve tasarım dünyasını nitelikli ve yaratıcı içeriklerle buluşturan, Design Architecture Communication (DAC)’ın düzenlediği SPACE’in dördüncüsünde “mekanlar seçkisi” kategorisinde yer alarak ödüle layık görüldü. Dünya çapında katılım İsviçre Ticaret Odası, Swiss Business Hub Türkiye ve İngiltere Ticaret Odası’nın katılımları ile oluşturulan söyleşi alanı gibi, tasarım, sanat ve mimarlığı odağına alan herkesin ilgisini çekecek farklı içeriklerin yer aldığı SPACE, 13-14 Mayıs 2025 tarihlerinde İstanbul Zorlu PSM’de gerçekleşti. Serginin 14 Mayıs’ta düzenlenen gala gecesinde, İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Jülide Tutan ile İzQ İnovasyon Merkezi Mimarları Gökhan Çelikağ ve Melis Varkal’a, “in SPACE’25 Mekanlar Seçkisi Projeleri” arasında yer alan İzQ Girişimcilik ve İnovasyon Merkezi projesi için plaket takdim edildi. Tutan: İzQ, ilham vermeli Design Architecture Communication)öncülüğünde oluşturulan “in SPACE Mekanlar Seçkisi”nin, Türk mimar ve iç mimarların, bu cogˆrafyanın tarihinden, kültüründen ve gelecek vizyonundan çıkan mekanlarını derleyen, sergileyen, kitap ile kalıcı hale getiren bir hafıza projesi olduğunu ifade eden İzTO Yönetim Kurulu Üyesi Jülide Tutan, “Sektörümüz açısından önem taşıyan böyle bir seçkide projemizin yer alması hepimizi gururlandırdı. İzQ’nun bu başarısının kentimizde tasarlanacak yeni binalara ilham vermesini diliyorum” dedi.
KOSBİ ZÜLFÜ MEVLÜT ÇELİK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİNDE TİYATRO GECESİKOSBİ ZÜLFÜ MEVLÜT ÇELİK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİNDE TİYATRO GECESİKOSBİ Zülfü Mevlüt Çelik Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde tiyatro gecesi KOSBİ Zülfü Mevlüt Çelik Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Tiyatro Kulübü, yıl sonu etkinlikleri kapsamında sahneye taşıdığı tiyatro oyunlarıyla izleyenlerden tam not aldı Öğrencilerin sergilediği uyarlama ve doğaçlama oyunlar, hem düşündürdü hem de bolca kahkaha attırdı. Gece, “Beni Siz Delirttiniz” adlı uyarlama oyunla başladı. Gündelik yaşamın içinden seçilen karakterlerin sürükleyici bir anlatımla sahneye taşındığı oyun, izleyicilere unutulmaz anlar yaşattı. Ardından sahnelenen “Her Şey İSG” adlı doğaçlama tiyatro oyunu ise iş sağlığı ve güvenliği temasını mizahi bir dille ele aldı. Seyircilerin de interaktif şekilde katılım sağladığı doğaçlama performanslar, salonda keyifli anlar yaşanmasına vesile oldu. Tiyatro Kulübü’nün bu başarılı çalışmalarında emeği geçen öğretmenler Çimen Yalçın, Bahadır Sertel ve Selda Sönmez, öğrencilerin sahne deneyimlerini zenginleştirerek onların özgüven kazanmalarına önemli katkılar sundu. Gecenin sonunda Okul Müdürü Nuray Ardıç ile Müdür Yardımcıları Hürcan Baran, Mustafa Yeşilova ve Serdar Gedik sahneye çıkarak öğrenci ve öğretmenlere teşekkür belgelerini takdim etti. “Meslek liseleri yalnızca teknik eğitimle sınırlı değil” Müdür Ardıç, konuşmasında şu ifadelere yer verdi, “Meslek liseleri, yalnızca teknik becerilerin değil; aynı zamanda yaratıcılığın, hayal gücünün ve estetik bakış açısının da geliştiği kurumlardır. Bu gelişimin en güzel aracı ise hiç şüphesiz sanattır. Bu akşam izlediğimiz performanslar da bunun en güçlü göstergesidir. Bizim öğrencilerimiz yapıyorsa diğer işlerde de gördüğümüz gibi en iyisini yapar. Tüm öğrencilerimizi ve kulüp rehber öğretmenlerimizi yürekten kutluyorum.”
İZMİR HATIRASIİZMİR HATIRASISelanik’te bulunan İzmir Hatırası! Geçen bayram günleriydi. İzmir’e en çok benzeyen kenti tercih etmiştik bu kez tatil için dostlarımızla. İzmir’in yapamadıklarını, yapması gerekenleri, yapabileceklerini, yapamayacaklarını anlamak, konuşmak tartışmak için Selanik ideal bir kent… İzmir için Selanik örnekleri başlı başına bir yazı dizisi konusu… “Selanik’in başardıklarını İzmir başarsa bu kentte yaşayanlar daha ne ister ki?” gelelim sayfamızı süsleyen “İzmir Hatırasını” nasıl bulduğumuza… Selanik’te gezerken mutlaka uğramak istediğimiz yerlerin arasında hemen hemen bizim antik Agoramızla yaşıt olan Selanik Agorası gelir. İzmir Agorası’nın büyüklüğü dünya çapında üne ulaştı son iki yıldır… İzmir’in grafitileri nasıl onları kıskandırıyorsa, Selanik Agorası’nda bulunan küçük bir Odeon yani üstü kapalı tiyatro da beni kıskandırıyor. Son gidişimizde gördük ki Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Bey Hamamı dışında Agora’nın her yerini kazmışlar. Arkadaki Makedonya Bakanlığı da görkemli bir Osmanlı binası olarak gülümsüyor zaten… Bu kez de Agora’yı gezdik dostlarımızla ve Agora’nın hemen yakınında bulunan “Paçacıdiko”ya da uğradık… Burada arkadaşlarım genellikle zeytinyağlı bebek enginarları, musakkaları falan tercih ederlerken, bendeniz İzmir’de eskisi kadar güzelini bulamadığımız tahinle terbiyelenmiş “paça”yı tercih ettim. Aman ne lezzettir efendim, o sarımsakla sirke kadar uyumlu tahinli çorbanın içinde yatan paçalar… Paçacıdiko’dan sonra gidilecek yer ise Selanik Bit Pazarı’dır herhalde. Zaten paçacıyı oraya çeken bit pazarımı dır, yoksa tam tersi mi bilemem. Siz siz olun Bit Pazarı’na yanınızda eşiniz olduğu halde gitmeyin. Zaten sizin zorunuzla paçacıya gelmiş, ayak, kelle, işkembe, bumbar, tuzlama, ince kıyım (bunların tamamı Yunanistan’da aynı adla anılır) ürünlere yüzünü buruşturarak baktıktan sonra enginar yemeğe zorla ikna olmuş bir hanımefendi ile Bit Pazarı’ndan bir şey alma şansınız çok azdır. Bu ve benzeri nedenlerle Bit Pazarı gezileri yalnız yapılmalıdır. Çünkü bir çok “mal”da aklınız kalır, eşinizin daha başka “alım” projeleri olduğundan mıdır nedir, bit pazarından her aklınıza geleni alamazsınız… Bit Pazarı’nda bir malı beğendiniz ve fiyat aldınız diyelim, o an pazarlık ettiniz ettiniz, etmediyseniz ikinci gelişinizde fiyatın değişme olasılığı bulunduğu gibi malın fiyatında herhangi bir indirim söz konusu olamaz. O nedenle ha İzmir ha Selanik fark etmez beğendiğiniz mal için fiyatı sorduğunuzda pazarlık gücünüz vardır, ikinci gidişte hiç de öyle bir şansınız olamaz. Neyse efendim biz Agora’yı gezip, Paçacıdiko’da paçaları götürdükten sonra Bit Pazarı’na girdik Yunancada b harfi "mp’ harflerinin birleşimine karşılık geldiği için, onlar “bit” yerine “µ?it” diye anlatıyorlar dertlerini. Selanik Bit Pazarını eskiden beri biliriz eski İzmir eşyası meraklıları için müthiş olanaklar sunar. Balkanların hemen her yerinde olduğu gibi yaşı 50’nin üzerinde olan hemen herkesle Türkçe anlaşabilme şansınız vardır. Yeni yetmeler artık öğrenmiyorlar ama özellikle 1960’lara kadar hemen her aile çocuklarının Türkçe öğrenmesi için çaba harcarmış, Balkanların ortak dilini bilmesini istermiş… Aslında sormadan bulmak daha iyidir, uygun fiyat için ama Selanik Bit Pazarı’nda gezerken sorumuz tektir, “Var mı üzerinde İzmir yazan bir şey?”... Bazen porselen tabaklar çıkar önünde arkasında Smyrne yazan, bazen cep saatleri, nadiren içi-dışı sırlı toprak şişeler… Bu kez de öyle oldu ve önümüze sayfalarımızda fotoğraflarını gördüğünüz 1912 yılında İzmir’de büyük olasılıkla Tenekeci Han’da basılmış (çünkü dönemin büyük matbaalarının çoğu o handaydı) bir “Souvenir de Smyrne” çıktı. Bugüne kadar gördüklerimizden hayli farklıydı. Arkasına kurşun kalemle 624 yazılmıştı. Fiyatını sormak gerekiyordu ama en iyisi yalnız gelip sormaktı. İzmir’in en eski fotoğrafçı ailelerinden Sırp kökenli John Molko’nun editörlüğünde Forbes Ailesi tarafından yaptırılmıştı. Forbes Ailesi, Buca’da ve Bornova’da köşkleri olan İzmir’deki Levanten aileler içinde en zenginlerden biriydi. Forbes Ailesi de uzun romanlara konu olabilecek bir aileydi ama İzmir romanları henüz yazılmaya başlamadığı için onların da öyküsü henüz edebi bir eser haline dönüşmemişti. Forbes’lerin Birinci Kordon’da bir “döviz büroları” da vardı. İzmir’e yanaşan gemilerden inenlerin yanlarında getirdikleri paralar ile İzmir’de “geçen paralar” arasında da bir değişim yapılması gerekirdi. Burada en güvenli “change-exchange” için Forbes’lere başvurmak yeterliydi. İzmir’e gelirken parasını bozdurmak, çıkarken de kendi ülkesinin parasına kavuşmak isteyenlere bu güzel şehirden bir anı eşyası vermek gerekirdi. Ve bizim gibi “üzerinde İzmir yazan her şeyi almaya meraklı” birilerinin uzun yıllar peşinde koştukları bir maldı bu. Duyulmuştu ama görülmemişti “Forbes’lerin İzmir Hatırası...” Bit Pazarı’nın önemli kurallarından biri de heyecanlandığını belli etmemek olduğundan mala şöyle bir bakıldı ve yerine bırakıldı. Bu türden durumlarda grubu hemen başka bir yere yönlendirin, hatta eşinizi de “Aristoteles Caddesi girişindeki İtalyan ayakkabıları ve çantaları satılan dükkan dün akşam erkenden kapatmıştı, etiketler de Türkiye ile karşılaştırıldığında çok ucuzdu” diyerek oraya gönderin ki size zaman kalsın. Bir İzmirli hanımefendinin kendisine bir ayakkabı bir de çanta beğenmesi Selanik Bit Pazarı’nı gezmek için yeterli bir süre yaratır... Ben tam olarak öyle yapmadım dersem yalan olur. Bit Pazarı’ndaki satıcı ile yarı Türkçe, yarı Rumca, yarı İngilizce yaptığımız pazarlık sonucu 300 Euro istediği malı yarısına yakın bir fiyata alıp cebimize koyduğumuzda ne kadar da mutluyduk… Bu mutluluğu anlatmak zor, anlatabilmek için önce koleksiyoncu olmak gerek. Başkalarının anlaması pek zor, hatta size “ne diyor bu deli” diye de bakabilirler. Aldığımız “hatıranın” fotoğraflarını görüyorsunuz. Çok hoş, çok güzel… Resimaltlarında da anlatmaya çalıştık durumu. 1912 yılında İzmir’in ne kadar da güzel bir kent olduğunu, hatta 1950’lere kadar bile ne kadar da yaşanabilir bir şehir olduğunu bir kez daha kanıtlıyor bize bu fotoğraflar. Panoramik resim o zamanki fotoğraf sanatının geldiği noktayı tanımlıyor. Resmin solundaki bir noktada İzmir’in en aziz kimliği olarak bilinen St. Policarp’ın mezarının da içinde bulunduğuna inanılan Ayamama Kilisesi seçiliyor. Denizde gemi sayısı az gibi geliyor ama dikkatle bakıldığında limana bağlı yüzlerce geminin direği seçilebiliyor. Başoturak, Kestanepazarı, Hisar ve Şadırvan camilerini tek tek ayrıntıları ile görmek mümkün. Yüzlerce ferhane seçilebiliyor. Değirmendağı’nda o zaman bile değirmen falan kalmamış. Kentin en görkemli binası Sarı Kışla… Kışlanın karşısında bulunan mendireğin inşaatı bitmiş. Gümrük binaları sapasağlam duruyor. İzmir’in en güzel ahşap camisi Damlacık da mahallenin güzeli olarak yerini koruyor. Aya Fotini Kilisesi de yerli yerinde o dönemin en görkemli binası olarak yerini koruyor… Basmane Garı’nın çevresi ne kadar da yeşil… Çorakkapı Camisi seçilebiliyor belki ama Aya Voukla seçilemiyor ağaçlardan… Hele Karşıyaka… Hele o zamanki Kokaryalı… Karşıyaka’daki tek otomobil… Halen Valikonağı olarak kullanılan Rum tekstil tüccarının evi… Bugünkü Cumhuriyet Meydanı’nın bulunduğu yer ise binalarla kaplı. Fotoğraflardan kalan nadir yerlerden biri Mithatpaşa Endüstri Meslek Lisesi… En son karede Konak Meydanı var. Hemen her fotoğrafçının düştüğü hataya düşmüş bay J.Molko… İngiliz, Ayşe Hatun Camisi’nin minaresi ile Saat Kulesi’nin yüksekliği aynı ama öndeki karaçoları da resme dahil ederken bu eşitliği atlamış… Size bu yazıda bir koleksiyon öyküsü anlatmaya çalıştım. Koleksiyonculuğun en zevkli yanlarından biri de aldığınız bir “malı” dikkatlice incelemektir… Bu incelemenin sonuçlarını geniş bir okur kitlesi ile paylaşmak da iyi fikirdir... Paylaşmasını bilene...
MENNAN DONDURMASININ ÖYKÜSÜMENNAN DONDURMASININ ÖYKÜSÜYoğurtçu salıncağıyla dondurma satılan günlerden bugüne... Mennan Hisarönü’nde Mennan’a gidip tatlı ya da dondurma yemiş olanlar bilir. Mönü kapağında eski bir resim, içinde de koca bir tarih vardır. Bir sayfada tatlı resim ve isimleri bulunurken, hemen karşısında hikaye akar. Oradaki sunum, işin özüdür aslında. Gelenek ve ustalığın atbaşı gittiğinin kanıtı. Yazdığı gibi, 1936'dan bugünedir. Mennan Aygen’in Ömerağa'nın yanında başlayan öyküsü, Altıntaş’ta küçük bir tezgahta devam edecek, o dondurmalar yoğurtçu salıncağıyla Cumaovası’na kadar taşınacak, sonra Hisarönü’nde bir simge olacaktır. Cambazlı'dan gelen yabani karadutlar Babası Uşak'ta saray şerbetçisi olduğu için tatlıcılığa uzak değilmiş Mennan Aygen. Ama onun yaşamı, doğduğu kentte, İzmir'de şekillenmiş. Gençlik çağına dek ablası ve eniştesiyle Altıntaş'ta yaşamış; 1936'da ise hiç zaman kaybetmeden iş hayatına atılmış. İlk parasını, elektriğin olmadığı savaş dönemlerinde Karataş’ta sokak kandillerini yakıp-söndürerek kazanan Aygen, bir süre sonra Ömerağa’nın yanında çalışmaya başlamış. Burada ustalaştıktan sonra ilk girişimi ise, Altıntaş’ta küçük bir tezgah. O tezgah ki; Mennan dondurması ilk kez ün salıyor. Hem o zaman soğutucu yok; dondurma yapmak yetenek işi. Aygen, geniş fıçılarda buzu, tuzla överek sıkıştırıyor. Daha sonra dondurma bandonunun içinde, koyun sütüyle yaptığı malzemeyi iyice döverek ve çevirerek kıvamına getiriyor. Sütün pişimini de maltız ateşinde yapıyor. Doğal olarak tezgah önü kuyruktan geçilmiyor. Hatta Mennan Bey yaptığı dondurmaları, omuzunda yoğurtçu salıncağıyla taşıyarak, Cumaovası’na kadar götürüyor. Özünü, Tire Cambazlı Köyü’nden getirdiği yabani karadutlarla yaptığı dondurma ise, deyim yerindeyse ismi kadar ünleniyor. Oğlu Adnan Aygen’in söylediğine göre, Mennan'da bugün bile Cambazlı’dan gelen yabani karadutlar kullanılıyor.
EFES DENEYİM MÜZESİEFES DENEYİM MÜZESİEfes Deneyim Müzesi ailelere yaz boyu yüzde 20 indirimle kapılarını açıyor İstanbul Ayasofya Tarih ve Deneyim Müzesi ile Efes Deneyim Müzesi’nde yüzde 20 indirim kampanyası hayata geçirildi. Dünyaca ödüllü bu iki müzede 15 Haziran – 15 Eylül tarihleri arasında geçerli olan kampanya ile kültürel mirasın genç nesillere sevdirilmesi ve yüksek teknolojiler kullanılarak anlatılan tarihin aileler tarafından deneyimlenmesi hedefleniyor. Efes’te gece müzeciliğinde de geçerli olan kampanyadan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları yararlanabiliyor.
BORNOVA OYUNCAK KÜTÜPHANESİBORNOVA OYUNCAK KÜTÜPHANESİBornova’da Oyuncak Kütüphanesi açıldı Bornova Belediyesi, ekonomik zorluklar nedeniyle oyuncağa erişimi olmayan çocuklar için Altındağ Atatürk Kültür Merkezi’nde “Ben Oynadım Sıra Sende” kampanyasıyla Oyuncak Kütüphanesi açtı. Açılışta yaptığı konuşmada, Türkiye’nin içinden geçtiği ekonomik zorluklara ve çocukların eğlenceye erişiminin kısıtlandığı bir döneme dikkat çeken Bornova Belediye Başkanı Ömer Eşki, oyuncak kütüphanelerinin dünyada ilk olarak 1929 krizinde çocukların oyuncak bulamaması üzerine açılmaya başladığını hatırlattı. Türkiye’nin ekonomik olarak çok zor günlerden geçtiğini vurgulayan Eşki, “Evinin kirasını ödeyemeyen, çocuklarına süt alamayan, evine ekmek götüremeyen insanların ülkesi haline geldik. Böylesi bir dönemde de maalesef ilk vazgeçilen şey eğlence oluyor ve çocuklarımızın oyuncağı oluyor. Ama oyuncaksız büyüyen bir çocuğun gelecekte dünyayı nasıl inşa edeceğini bilemiyoruz. Oyuncaktan aldığı enerji, ona duyduğu sevgi ve ona karşı hissettikleri; daha iyi, daha duyarlı bir insan olmasının da önünü açıyor. Umarım oyuncak kütüphanelerine hiç ihtiyaç duyulmayan bir Türkiye ve dünya inşa ederiz. Oyuncak kütüphaneleri yerine bol bol oyuncak müzeleri açarız. Bugünün ihtiyaçları karşılasın diye ‘Ben Oynadım, Sıra Sende’ kampanyasını yaptık. 1293 tane şimdilik oyuncak topladık. Bu kütüphanelerimizin sayısını duyarlı Bornovalıların katkıları ile artırmayı hedefliyoruz” diye konuştu.
MEZUNİYET COŞKUSUMEZUNİYET COŞKUSUÖzel İAOSB Nedim Uysal MTAL’de mezuniyet coşkusu Özel İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Nedim Uysal Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nin 2024-2025 mezuniyet töreni coşkuyla kutlandı. Törende dereceye giren ve okul yönetimi tarafından belirlenen toplam 10 öğrenciye üniversite bursu müjdesi verildi. Özel İAOSB Nedim Uysal Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde 2024-2025 eğitim öğretim yılı mezuniyet töreni düzenlendi. Özel İAOSB NUMTAL Konferans Salonu’nda gerçekleşen tören; okul yönetimi, öğrenciler, aileler ve protokol üyelerinin yoğun katılımıyla coşkulu anlara sahne oldu. Nedim Uysal’dan genç mezunlara mesaj Törene, okula adını veren usta sanayici ve Norm Holding Onursal Başkanı Nedim Uysal da katıldı. Genç mezunlara hitap eden Uysal, sanayide nitelikli insan kaynağının önemine vurgu yaparak öğrencilere başarılar diledi. Törende konuşan İAOSB Yönetim Kurulu Başkan Vekili Cem İnam, sanayide nitelikli insan kaynağının önemine değinerek, “Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Türkiye’nin en önemli üretim üslerinden birisi. Bu okul sayesinde Cumhuriyet değerlerine bağlı, Atatürkçü düşünce yapısına sahip gençler yetiştiriyor olmak bizler için büyük bir gurur kaynağı. Bunu başardıkları için tüm öğretmenlerimize ve yöneticilerimize gönülden teşekkür ediyorum” dedi. İnam, konuşmasının devamında, “Bu güzel günde Yönetim Kurulu Başkanımızın önerisiyle alınan bir kararı duyurmak istiyorum. Bundan sonra okulumuzu derece ile bitiren ilk 5 öğrencimize, artı olarak öğretmenlerimiz ve yöneticilerimizin belirleyeceği 5 öğrenci ile toplamda 10 öğrenciye üniversite hayatları boyunca burs sağlanacaktır” ifadelerini kullandı.
YENİ OKYANUS ANLAŞMASIYENİ OKYANUS ANLAŞMASIDenizler İçin Umut: Yeni Okyanus Anlaşması Okyanusları korumak, ha? Vay be, ne asil bir dava! Bir grup çevreci, ellerinde pankartlarla sahilde dans ederken, biz sıradan ölümlüler ne yapalım, söyleyin bakalım? Denizleri kurtarmak, insanlığın varoluş meselesiymiş. Kimin umurunda ki? Zaten hayat yeterince karmaşık. Kirayı ödemek, trafikte sinir krizi geçirmek, bir de üstüne sosyal medyada “mükemmel hayat” pozu vermek zorundayız. Okyanus mu kurtaracağız? Okyanus koca bir su birikintisi, kendi kendine idare eder herhalde, değil mi? Ama dur, birileri çıkıp konferans düzenlemiş. “Okyanuslar oksijenimizin yarısını üretiyor, balıklar besin kaynağımız, iklimi dengeliyor” filan. E, tamam, bravo, aferin planktonlara! Peki, ben ne yapayım? Gidip sahilde çöp mü toplayayım? Hadi canım, o iş influencerlara kalsın. Onlar bir iki poşet çöp toplar, dronla havalı bir video çeker, altına #SaveTheOceans yazar, iş biter. Biz de beğenip geçeriz, vicdanımız aklanır. Sonra bir de şu var: Plastik meselesi. Sanki her şeyin suçlusu benim sabah aldığım o tek kullanımlık kahve bardağı. Yahu, ben mi icat ettim plastiği? Ben mi dedim “Hadi, bütün okyanusu pipet ve poşetle dolduralım”? Fabrikalar denize zehir akıtırken, gemiler petrol sızdırırken, bana mı kaldı kahramanlık? Hem, markete gidiyorum, her şey plastikle sarılmış. Ne yapayım, evde keten torba mı öreyim? Zaten vakit yok, dizi izleyeceğim! Bir de şu bilim insanları var, sürekli felaket tellallığı yapıyorlar. Mercan resifleri ölüyor, balık türleri tükeniyor, deniz seviyesi yükseliyormuş. Taşınırız iç kesimlere, balık yerine tavuk yeriz, mercan mı kaldı, 3D yazıcıyla basarız! Teknoloji var, yapay zeka var, her şeyi çözer. Okyanus bozulursa, gider Mars’ta yeni bir tane açarız, değil mi? Varoluş meselesiymiş... Abartmayın. Yine de, belki bir dahaki sefere pipeti reddederim, kahraman gibi hissederim. Ama sadece belki. Siz de fazla kaptırmayın, tamam mı? *** Anlı şanlı “iş insanı” dostlara Nice’teki Okyanus Konferansı notlarımı anlatıyorum, emin olun tepkileri bu minvalde… Olsun biz yine de buza yazmaya devam edelim. Haziran ayının ortasında Fransa'nın Nice kentinde düzenlenen Üçüncü Birleşmiş Milletler Okyanus Konferansı (UNOC3), okyanusların korunması yönünde atılan uluslararası adımlara sahne oldu. Deniz koruma alanlarının genişletilmesinden, küresel bir plastik antlaşması çağrısına ve derin deniz madenciliğinin durdurulması taleplerine kadar birçok başlık gündeme geldi. Bu yazının içine serpiştirdiğim fotoğraflar Slow Food dünyasından da tanıdığım Yacine Ait Kaci’nin “Takımadalar” isimli çalışması Nice’deki UNOC3’de sunulan sürükleyici bir sergi. Bu “Takımadalar” daha adil ve sürdürülebilir bir dünyanın değerlerini yansıtan sembolik adalar topluluğudur. Yaklaşık 15 bin katılımcının yer aldığı konferansa 60’tan fazla ülkenin üst düzey temsilcileri katıldı. Ancak dikkat çeken gelişmelerden biri, ABD’nin etkinliğe yalnızca gözlemci statüsüyle katılmasıydı. Bu durum, Donald Trump döneminden bu yana ABD’nin çok taraflı çevre anlaşmalarından giderek uzaklaşmasının yeni bir göstergesi olarak yorumlandı. Okyanuslar alarm veriyor Yeryüzünün yüzde 71’ini kaplayan okyanuslar, insanlık için hayati öneme sahip: Yaklaşık 3 milyar insan geçimini doğrudan denizlerden sağlıyor. Ayrıca okyanuslar, küresel ısınmanın etkilerini azaltmada en büyük rolü üstleniyor; bugüne dek ortaya çıkan fazla ısının yüzde 90’ını emmiş durumda.
YAPAY ZEKAYAPAY ZEKABYD’nin Manisa yatırımı, İzmir’in yapay zeka yol haritasına girdi ESİAD Yönetim Kurulu Başkanı Sibel Zorlu: “Manisa’da kurulacak otomobil üretim tesisi, yapay zeka yapılanmamız için çok önemli, bu konuda üniversiteler ve yatırım fonlarıyla ortak çalışmalara başlanması gerekiyor. İzmir, sağlıkta yapay zeka uygulamaları ve sağlık turizmiyle yüksek katma değer yaratabilecek güçlü bir merkez haline gelebilir.” Ege Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (ESİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Sibel Zorlu, Ege ekonomisini yapay zeka dönüşümüne hazırlamak üzere çalışmalara hız verdiklerini, belirlenen yol haritasında sağlık turizmi, lojistik ve sürdürülebilir mobilite teknolojilerine odaklanan çalışmaların ön plana çıktığını ifade etti. Zorlu, yapay zekanın sadece bir teknoloji değil hayatın tüm alanlarını etkileyecek bir dönüşüm olduğunu, bu değişime yönelik farkındalık oluşturmak ve hazırlıkları hızlandırmak üzere iş dünyası örgütleri olarak yoğun çaba gösterdiklerini bildirdi. Dünya genelinde şirketlerin yapay zeka teknolojilerine çok ciddi yatırımlarının bulunduğunu, bu alana yatırım yapan şirketlerin rekabet güçlerini hızlı şekilde artırdığını ve rakipleriyle arayı açtığını gördüklerini dile getiren Zorlu, Ege Genç İş İnsanları Derneği ile birlikte bu yıl “Dönüştüren Güç” temasıyla düzenledikleri Yapay Zeka Zirvesi’nde konunun paydaşlarıyla bir yol haritasının tartışıldığını aktardı. Zirvede yapay zeka dönüşümüne ilişkin son gelişmeler ve gelecek tahminleriyle ilgili kapsamlı değerlendirmeler yapıldığını, bu alandaki yatırımlarıyla dünya çapında ses getiren İzmirli firmaların hikayelerine tanıklık ettiklerini aktaran Zorlu, İzmir’i yapay zeka dönüşümünde öncü kent haline getirme hedefinin tüm katılımcılarca kabul gördüğünü dile getirdi. Yapay zekanın işgücü piyasasında önemli değişimler getireceğini, bu dönüşüme kent olarak hazırlanmak üzere start-up’lar, KOBİ’ler, OSB’ler ve üniversitelerin dahil olacağı bir yapay zeka ağı kurulmasını gündeme aldıklarını dile getiren Zorlu, İzmir’de atılması gereken adımların da ortaya konduğuna işaret etti. Zorlu, şunları kaydetti: “Yapay zeka dönüşümü konusunda hükümetin attığı belli adımlar var. Bizim İzmir olarak da bir stratejimizin olması, ihtisas bölgesi olmamız lazım. Mesela İzmir, sağlıkta yapay zeka konusunu önceliklendirip hastanelerin kümelendiği bir alan üzerinde ilerleyebilir. Özellikle kentteki güçlü hastane altyapısı ve akademik bilgi birikimi, yapay zeka destekli tanı, tedavi ve hasta takip sistemlerinin geliştirilmesi için önemli bir avantaj sağlıyor. Ayrıca sağlık turizmi açısından da yüksek katma değer yaratabilecek uygulamalarla uluslararası hastaların İzmir’i tercih etmesini sağlayabiliriz. İzmir’in temel başlıkları arasında Manisa’da kurulacak elektrikli otomobil fabrikası da olmalı. Çinli BYD firması tarafından yıllık 150 bin araç kapasiteli elektrikli ve şarj edilebilir hibrit otomobil üretim tesisi ile sürdürülebilir mobilite teknolojilerine yönelik bir AR-GE merkezi kurma çalışmaları sürüyor. Sürdürülebilir mobiliteyle ilgili burada önemli bir talep oluşacak. Pil teknolojileri, mobilite sistemleri, elektrikli araçlar, otonom sistemler gibi alanlarda yapay zeka teknolojilerine odaklanmalıyız. Bu tesisin ve AR-GE merkezinin ihtiyaçlarının bu bölgeden karşılanması önemli bir hedef olacak. Manisa’da kurulacak otomobil üretim tesisi, yapay zeka yapılanmamız için çok önemli, bu konuda üniversiteler ve yatırım fonlarıyla ortak çalışmalara başlanması gerekiyor.” Limanlar için otonom sistemler İzmirıin yapay zeka dönüşümünde lojistik sektöründeki gücü ve kabiliyetlerinin de etkili olacağını ifade eden Zorlu, girişimcilerin limanlarda uygulamaya geçirilebilecek insansız sistemlere ağılık vermesi gerektiğini, bu teknolojilerin yine İzmir limanlarında kullanılmasının en önemli hedef noktaları arasında yer aldığını kaydetti. Öte yandan yenilenebilir enerji noktasında da dağıtım sistemlerine yönelik otonom yapıları oluşturmak üzere rol alınabileceğini bildiren Zorlu, «Tarımda yapay zeka dönüşümü adına başarılı girişimlerimiz var. Tarımda su kullanımını düşürme, verimliliği artırma adına da öncü teknolojiler geliştiren bir merkez olabiliriz.» ifadelerini kullandı. Bu başlıkları önceleyen bakış açısıyla kurulacak altyapının, yapay zeka teknolojilerine finansal destek veren yatırım fonlarını da bölgeye çekebileceğini dile getiren Zorlu, bu adımların İzmir’in verdiği beyin göçünün de önüne geçeceğine işaret etti. Kentteki üniversitelerde Yapay Zeka Mühendisliği bölümlerinin açılmaya başladığını, startup tarafında da hevesli bir kitlenin bulunduğunu sözlerine ekleyen Zorlu, yatırımcı firmalar ve OSB’lerin desteğiyle bu alanda bir başarı hikayesi yazmak istediklerini sözlerine ekledi. Ege Genç İş İnsanları Derneği ve Ege Sanayicileri İş İnsanları Derneği iş birliğinde bu yıl “Dönüştüren Güç” temasıyla düzenlenen Yapay Zeka Zirvesi’nde farklı sektörlerden 8 firma ile 6 start-up girişimcinin dönüşüm uygulamaları ele alındı. Global Teknoloji Lideri Ayşegül İldeniz, Türkiye Yapay Zeka Platformu Eş Başkanı Prof. Dr. Altan Çakır. Next Akademi Kurucusu Levent Erden’in ana konuşmacı olduğu zirvede, İzmir’in yapay zeka vizyonuna ilişkin değerlendirmeler yapıldı.
İPEK BÖRÜLCEİPEK BÖRÜLCEUrla’da ipek börülce Urla Belediyesi üreticinin emeğini, toprağın bereketini önceleyen anlayışla başlattığı daha önce zeytin fidanı ve nohut tohumu dağıttığı desteklere, yerli ipek börülce tohumu ve gübre desteği ile devam ediyor. Börülce yetiştiriciliğine son derece elverişli topraklara sahip olan Demircili, Kuşçular ve Gülbahçe Mahallelerinde yaklaşık 15 dekar alanda yapılacak olan ekimle birlikte sezon boyunca 7 tonluk yerli “Urla İpek Börülcesi” hasadı bekleniyor.
RENKLİ YOLLARRENKLİ YOLLARKonak’ta okul yollarına renkli dokunuş yayılıyor Öğrencilerin yaya güvenliğini sağlamak ve sürücülerin farkındalığını artırmak için çalışmalarını sürdüren Konak Belediyesi, Kahramanlar’da hayata geçirdiği renkli yol uygulaması ile çocuklara eğlenceli bir okul yolu tasarlarken, vatandaşlara da nefes alabilecekleri dinlenme alanı oluşturdu. Konak Belediyesi, yaya güvenliğini sağlamak ve sürücülerin farkındalığını artırmak için okul çevrelerinde hayata geçirdiği renkli yol düzenlemelerine devam ediyor. Mehmet Akif Ersoy İlkokulu ve Mimar Sinan Ortaokulu’nun ardından bu kez Kahramanlar Mahallesinde eğitim veren Mustafa Öğütveren İlkokulu çevresinde uygulanan düzenleme çocuklara eğlenceli ve güvenli bir okul yolu tasarlandı.
AĞIZ SAĞLIĞIAĞIZ SAĞLIĞISağlık ağızda başlar Diş Hekimi Emre İpor, bu sayıda sizlere, “sağlık” kavramını sadece doktor muayenesine endekslemeden, aslında ağızda başladığını söylüyor. Neden mi? Gelin, beş adımda keşfedelim... Ağız: Sağlığımızın ilk kapısı Dünya Sağlık Örgütü’ne göre sağlık, yalnızca hastalıkların yokluğu değil; fiziksel, zihinsel ve sosyal iyilik halidir. Ağız sağlığı da bu tanımın tam ortasında yer alır. Çünkü sağlıklı dişler: • Konuşmanıza güven kazandırır, • Doğru beslenmeyi kolaylaştırır, • Özgüveninizi ve ruh halinizi pozitif etkiler. Bedenle ağız arasındaki gizli köprü Ağız sağlığınız, kalp hastalıkları, diyabet, beslenme alışkanlıkları gibi daha pek çok sistemle sıkı bir bağ içindedir: • Diş eti problemleri, kalp damar hastalıklarında tetikleyici olabilir, • Şeker hastalığında ağız florası büyük önem taşır, • Ağızda oluşan rahatsızlıklar yeterli yiyecek tüketimini zorlaştırır. Dolayısıyla, diş sağlığı sadece kabuk; bedenin her katmanına yayılan derin bir sağlık hikayesidir. Koruma, korunmaktan daha etkili Bazen ihmal ettiğimiz diş fırçası, düzenli kontrol, doğru beslenme alışkanlıkları… Bu küçük ama güçlü adımlar: • Erken dönemde çürükleri engeller, • Ağız dokularını sağlıklı tutar, • Uzun vadede ağrı, iltihap, kötü ağız kokusu gibi sorunların önünü keser. Motivasyon: Kendinize olan sevginiz Ağız bakımı, sadece günlük alışkanlıklardan ibaret değil. Aynı zamanda bir özsevginin, kendinize verdiğiniz değerin göstergesidir. Güzel bir gülüş, hem sosyal ilişkileri güçlendirir hem de sizi aynada mutlu kılar. Kendinizi sevmek, sağlıklı bir geleceğe yaptığınız en içten yatırımdır. Yaşam kalitesi ve ağız sağlığı Araştırmalar, diş kayıpları, çiğneme sorunları ya da ağrılar kişinin gündelik yaşam kalitesini düşürdüğünü, sosyal çekilmelere yol açtığını gösteriyor. Sağlıklı ağız; hem kahkahalarınızı özgür bırakır hem de küskünlüğü değil, paylaşımı besler.
AVRUPA MİSYON KENTLERAVRUPA MİSYON KENTLER“Şehir Başarılarından Yararlanmak: 2030 İçin İklim Eylemini İlerletmek” Avrupa Komisyonu tarafından yürütülen Avrupa Misyon Kentler kapsamında Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta “Şehir Başarılarından Yararlanmak: 2030 İçin İklim Eylemini İlerletmek” temalı Şehir Misyonları Yıllık Konferansı düzenlendi. Konferansa İzmir Büyükşehir Belediyesi heyeti de katıldı. İzmir Planlama Ajansı Başkanı Prof. Dr. Koray Velibeyoğlu ve beraberindeki heyet, İzmir’i temsilen konferansta yer aldı. Konferansta, İzmir’in özel sektörle kurduğu iş birlikleri, İklim Şehir Sözleşmesi (CCC) süreci ve Avrupa’daki diğer şehirlerle yürüttüğü projeler, ikili görüşmelerle katılımcılara paylaşıldı. İzmir heyeti, konferans kapsamında üst düzey temsilcilerle temaslar kurdu. Avrupa ölçeğinde daha fazla görünürlük kazandı Avrupa Birliği Komisyonu Çevre Genel Direktörü Patrcik Child ile gerçekleştirilen görüşmede, İzmir’in öncelikleri, iklim nötr ve akıllı şehirler misyonu doğrultusunda planlanan karbon nötr olma hedefleri aktarıldı. Patrcik Child, İzmir’in iklim şehir sözleşmesi için kurulan yeni yönetişim yapısı hakkında bilgi aldı. Çeşitli uzmanlarla döngüsel ekonomi ve atık yönetimi, kıyı kentleri ve limanlar, dijital ikiz ve şehir planlaması konularında Avrupa Birliği hibe programları dahilinde görüşmeler gerçekleştirildi. İzmir iklim şehir sözleşmesi kapsamında sürdürülebilir kentsel finansman girişimi olan Capital Hub danışmanları ile İzmir’in mobilite ve enerji verimliliği odaklı fizibilite projeleri için finansman olanakları görüşüldü. Vilnius’ta düzenlenen teknik geziler, tematik oturumlar ve üst düzey temaslarla İzmir’in sürdürülebilir şehircilik ve iklim eylemi alanındaki çalışmaları Avrupa ölçeğinde daha fazla görünürlük kazandı. İzmir’in ardından İstanbul’a da “AB Şehirler Misyonu” etiketi “2025 Şehirler Misyonu Konferansı’nda, İzmir’in ardından İstanbul da 39 yeni şehirle birlikte “AB Şehirler Misyonu Etiketi”ni (EU Mission Label) almaya hak kazandı. Böylece, Ekim 2023’te düzenlenen ilk konferanstan bu yana aralarında İzmir ve İstanbul’un da bulunduğu toplam 92 şehir bu etiketi almış oldu.
LA SAGRADA FAMİLİALA SAGRADA FAMİLİATAMAMLANAMAYAN BİR BAŞ YAPIT La Sagrada Familia Barselona’ya gidip de La Sagrada Familia’yı görmemek olmaz. O koskocaman yapısıyla görmezden gelmeniz imkansızdır. Bitmeyen kilise olarak bilinse de bitirilmiş bir anıt kadar sizi büyüler. Birçok özelliği barındıran ve birçok sanat disiplinin harmanlandığı bu anıt yapı o kadar özellikle donanmıştır ki, hangisinden başlasam anlatmaya, nasıl sıralayayım bilemiyorum. Dış cephesinden mi? Kulelerinden mi? Devasa boyutundan mı? Mimarının taş, seramik, demir gibi geleneksel malzemeleri yenilikçi bir şekilde kullanmasından mı? Parabolik kemerler, hiperbolik tonozlar, spiral merdivenler gibi ileri mühendislik ögeleriyle yapıyı hem estetik hem de dayanıklı hale getirmesinden mi başlamalıyım, bilemiyorum. Gözlerinizi katedralin kıvrımlarında dolaştırırken bu anıtsal katedralin mimarinin yaşam öyküsü geçer usulca yüreğinizden. Bir adanmışlığın hikayesidir. Antonio Gaudi’nin 1926’da bir tramvay kazasında ölmesi inşaatı sürdürülen katedralin üzerine sürekli düşünmesi ve önünden geçen tramvayı görmemesi sebep olarak gösterilir. Tramvayın çarpması sonucunda ağır şekilde yaralandı. Kaburgaları kırıldı, iç kanama geçirdi ve bilincini kaybetti. Gaudí, o sırada üzerinde kimlik taşımıyordu. Yaşlı, yıpranmış kıyafetleri ve bakımsız görünüşü nedeniyle bir evsiz zannedildi. Lüks bir hastaneye götürülmedi; yerine Barselona’daki en yoksullara hizmet veren Santa Cruz Hastanesine kaldırıldı. Ancak ertesi gün onu tanıyan bir rahip durumu fark edince kimliği anlaşıldı. Durumu hastaneye ulaştığında zaten ağırdı. Üç gün sonra, 10 Haziran 1926’da 73 yaşında hayatını kaybetti. Gaudí’nin naaşı, La Sagrada Familia’nın kriptasına gömüldü. Bugün hâlâ orada, kendi inşa ettiği yapının bağrında yatıyor. Bu hazin öykü işler ruhunuza. Bir duygu geçer, alıp sizi o eski günlere götürür. Keşke Gaudi hayatta olsa da kendi ruhunu biriktirdiği bu katedrali benim gibi seyretse der onun için hayıflanırsınız. Gaudi’nin ölümünü, onun yaşam felsefesine, trajik ama anlamlı bir kapanış olarak yorumlarım. Mütevazı yaşamıştı, mütevazı bir şekilde hayata veda eden ama geride insanlık tarihine damga vuran bir eser bırakan her sanatçı gibi ölümsüzleşti.
BEDRİ KARAYAĞMURLAR ANISINABEDRİ KARAYAĞMURLAR ANISINABedri Karayağmurlar sanat dünyamızı öksüz bıraktı. Anısına Kasım 2021 sayımızda yaptığımız söyleşiyi yeniden yayınlıyoruz. Ayvalık’ta yaşamaya başlayalı neredeyse iki yıla yaklaşıyor. ‹lk geldiğim günlerde kenti daha iyi tanımak amacıyla her gün en az on bin, bazı günler yirmi bin adım attığım, bazı sokaklardan defalarca geçtiğim oluyordu. Ama özellikle Barbaros Caddesi ve caddeyi kesen tarihi kent sokaklarında yürümek bana çok keyif veriyordu. Eski kapılar, pencereler, tarihi Rum evleri, daracık sokaklar; o evlerde yaşayanlarla ilgili kendimce kurgular yapıyordum. Zamanla, yeni tanışmalarla birlikte; Ayvalık’ta çok sayıda ressam, yazar, şair, bestekar, karikatürist ve müzisyen gibi sanatçıların yerleştiğini ve yaşadığını öğrendim. Araya pandemi girdi Hatta Barbaros Caddesi’nden geçerken, fotoğraflarını çekip sosyal medyada paylaştığım o güzel yapının ünlü ressam Bedri Karayağmurlar’a ait olduğunun farkında bile değildim. Birkaç kez geçtikten sonra vitrine dikkatli baktığımda, içeride resimler, tuvaller, boyalar, fırçalar, muhteşem bir ortamı görünce en kısa sürede Bedri Karayağmurlar ile oturup keyifli bir sohbeti planladım. Planladım ama pandemi pik yapınca ve ardından sıkı yasaklar gelince, bırakın sohbet etmeyi evde çoluk çocuk ayrı odalarda yaşamaya başladık. Temmuz ayı ile birlikte hafiften başlayan gevşemelerin ardından dayanılmaz sıcaklar, yaz aylarının insan yoğunluğu bana yine geri adım attırdı. “Gel sohbet edelim” Ayvalık’a dışarıdan gelip tatil yapacak olanlara önerim her zaman eylül ve ekim aylarıdır. Ben de ekim ayının keyifli havasından yararlanarak Bedri Karayağmurlar ile buluşmayı planladım. ?eytanın kahvesinde Suat ağabey ile sohbet ederken, hocayı aradım; “Bir araya gelebilir miyiz? diye sormaya kalmadan; “Atölyeye gel sohbet edelim” dedi. Keyifli bir sohbet Sanat yaşamında bugüne kadar yüzlerce resim yapan, eserleri dünyanın ünlü galerilerinde sergilenen, birçok kişisel sergi açan Bedri Karayağmurlar Türkiye’nin çok sayıda yerleşip yaşanacak yeri varken, neden Ayvalık’ı tercih etti, neden burada bir ev satın aldı, neden atölyesini burada açtı, merak ediyordum. Tüm bu soruları kendisine yönelttim, maceralı ev satın almasından, atölyesinin kuruluşuna kadar bana detaylı bir şekilde anlatırken, kendisinin yaptığı sıcak kaynarı yudumlamayı da ihmal etmedik. Duvarlarda asılı muhteşem resimler, tuvalde tamamlanmak üzere olan çalışmalara kadar, eski bir bisikletin renk kattığı, tüp boyaların, rengarenk fırçaların arasında karşılıklı oturup çok keyifli bir sohbet yaptık. Keşke burada yaşasam “Türkiye'de nereye gitsem aslında bayılıyorum, biraz gezince keşke burada yaşasam diye düşünmeye başlıyorum. Gerçekten bu yüzden bir proje yapmıştım. Emekli olunca sevdiğim bütün kentlerde, bir yerde iki ay, başka bir yerde üç ay yaşayıp orada bir şeyler üretip başka yere gitmeyi tasarlıyordum” diye söze başladı Bedri Karayağmurlar. Ayvalık Ayazması duvarda Arkasında duvarda asılı Ayvalık Ayazması resmi, atölyeyi aydınlatan pencerenin önünde okumak için hazırlanmış, okudukları, devam ettikleri, okumayı düşündükleri çok sayıda kitap arasında sohbete daldık. Sohbet sırasında ortak tanıdıklarımız, onlarla ilgili yaşadıklarımız ve anılarımız da sıcak sohbetimize renk kattı. Emeklilik planları Emekli olup sakin sessiz bir kasabaya yerleşme planları yaparken, ‹stanbul, Aydın Üniversitesi'nden gelen teklifi geri çevirmemiş, vakıf üniversitelerinin yapısının kendisine uygun olmadığını düşünmüş Bedri Hoca, sözleşmesi bitince de ayrılmış üniversiteden ve emekliliğini istemiş, böylece yeni yerleşeceği kasabayla ilgili macerası da başlamış. Yerleşeceği kasabayı arama fikrinin kafasına yer ettiğinde Ayvalık’ın hiç hesapta olmadığını hatırlatan Bedri Karayağmurlar, “Benim lise dönemim Çanakkale’de babamın öğretmenliği nedeniyle, ortaokul, ilkokul da Bursa ‹negöl’de geçti. Marmara Bölgesi'ni iyi biliyorum. Kafamdan da hep şu geçiyordu emekli olursam Küçükkuyu taraflarına yerleşirim. Çanakkale'ye yakın bir yer olursa deniz kıyısı güzel olur diye düşünüyordum. Bir takım konular nedeniyle yolum tekrar İzmir'e düştü. ‹zmir'de Türkiye'nin en güzel yerlerinden biri kim istediği kadar şikayet ederse etsin, ‹zmir'e neresinden bakarsanız, ‹zmir bir süre sonra alışkanlık yapan bir kent. O yüzden herkesin gözü ‹zmir'dedir, yani ‹zmir'e yerleşmeyi düşler. Nitekim Urla ve Çeşme gibi yerler doldu taştı. Ancak insanın düşündükleriyle yaşadıkları her zaman örtüşmüyor, bazen başka şeyler gerçekleşiyor. Aydın Üniversitesi'nde çalışırken, sanıyorum 2013’ün sonu veya 2014 yılının başı ‹stanbul'da sergim var. 2014'te de yerel yönetim seçimleri var. Ayvalık Belediyesi Kültür İşleri Müdürü Halim Yazıcı aradı. Kültür sanat etkinlikleri kapsamında AYKÜSAD’ın düzenlediği bir etkinlikte konuşma yapmamı rica etti. Midilli ve Ayvalık günleri sanırım etkinliğin konusu. İzmir’den bir grup arkadaşla gittik. Konuşma yaparken eski Ayvalık Belediye Başkanı Hasan Bülent Türközen, mikrofonu indirerek bana, ‘Ya hocam, sen Ayvalık’ı seviyorsun, buraya yerleş’ dedi. Ben Ayvalık’a yerleşmek kolay mı dediğimde, ‘sen niyetlen’ dedi. Galiba Ayvalık’a yerleşiyoruz” diye anlatıyor. Bir ay içinde oturduğum evi buldum Ayvalık’ta baktığı pek çok evi ya bütçesine uygun olmadığı, ya sahiplerine ulaşamadığı ya da içine sinmediği için anlaşamadığını vurgulayan Karayağmurlar, bir ay içinde şu anda içinde oturduğu evi bulduğunu söylüyor. Evi bulma ve satın alma hikayesi de oldukça ilginç. ?öyle anlatıyor: “Bir ay içinde şimdi oturduğumuz evi bulduk. Tanıdıkları araştırayım, evi beğendik almaya da karar verdik. Ev sahibi tutturdu, ‘Bu evi alırken bitişikteki arsayı da alacaksınız. Orayı almazsanız vermem’ diye. Satın almamızı istediği yer şu anda atölye olarak kullandığım bina. Ama o sırada çatı falan kalmamış, binanın yarısı yok üstü açık, yıkık. Boşlukta tuğlalar dolu. Göze aldık, ‘olur’ dedik ve satın aldık. Oturacağımız ev sağlam ayaktaydı, ancak elden geçirilmesi gerekiyordu. Röleveleri bulduk, anıtlar kuruluna başvurduk. 2014 yılında niyetlendik. 2017 yılının Mayıs ayında tamamladık ve o günden bugüne de yaşıyoruz.” 43 kişisel sergi Yurtiçi ve yurtdışında 43 kişisel ve sayısını hatırlamadığı kadar karma sergiye katıldığını anlatan Bedri Hoca, 2017 yılından bugüne kadar, yeni bir çevre edindiğini, ressam ve sanatla uğraşan arkadaşları olduğunu ve dostluklar kazandığını söylüyor. Ayvalık’ta yaşamaya başladıktan sonra, “Sanat Yazıları” başlığı altında, makaleler, bildiler ve konuşmaların yer aldığı bir de kitap yayınlayan Karayağmurlar’ın Ayvalık’a taşınmasını anlatan hiciv dolu bir öyküsünün de bulunduğunu söylüyor. (Daha sonra Ayvalık’a taşınma günlerini anlatan öyküsünü ve yaşadıklarını ibretle okudum.) Her ay bir deneme yazısı 2005 yılından beri her ay bir deneme yazdığını ve Ege Sanat dergisinde yayımlandığını ifade eden Bedri Karayağmurlar, deneme yazılarının çok yakında kitaplaşacağını söyledi. Ayvalık’a yerleştikten sonra atölyesinde çalışmalara devam ettiğini ancak öğrencilerle atölyesinin yetersizliği nedeniyle çalışamadığını hatırlatan Karayağmurlar’a ‘günlerini nasıl geçiyorsunuz?’ diye sorduğumda şöyle anlatıyor: “Güzel geçiyor, evimiz bahçeli, havalar güzel olduğu sürece sabah kalkıp bahçede kahvaltı yapıyoruz. Ama kahvaltı öncesi mutlaka yürüyüşe çıkarım, ortalama alt sınır beş kilometre yürürüm. Gelirim duşumu alırım, ondan sonra kahvaltı, gazetelerin gözden geçirilmesi. Sonra atölyeye geliyorum. Aklımdaki kitabı okurum. Yazılarımı yazarım, aralıksız eskizler çizerim. Boşluk olmaz, elimin altında mutlaka yapacağım işler vardır.” Kendimi özel hissediyorum Bedri Hoca’ya ‘Ayvalık’ın neresini en çok seviyorsun?’ diye sorduğumda, aldığım yanıt şöyle oldu: “Bir kere Ayvalık, coğrafya olarak çok güzel, adalar denizi. Belki de en çok adasının olduğu yer, aynı zamanda hemen macera yaşayacağınız, Kozak Yaylası. Ayvalık hemen denizin arkası. Ege sahil yolunun üstünde bulunması Ayvalık’ı çok cazip hale getiriyor. Hem deniz açısından hem de zeytinlikler açısından muhteşem bir kasaba. Kozak üzümleri. Ayrıca burası eski antik kültürün en iyi yaşandığı yerlerden biri diye düşünüyorum. Dolayısıyla burada o havayı hissetmek aynı zamanda kendi çocukluğunda içinde yaşadığım binalarda örülü olması, benim buraya bir türlü duygusal da bağlıyor. Ayvalık’ta yaşayan mübadiller kadar, hiç kimse kusura bakmasın ben de kendimi burada özel hissediyorum.” Bütün resimler benim için özel “Resim yaptınız, yaklaşık bir şey söyleyebilir misiniz? ‘Yani bu kadar resim yaptım bu kadarı satıldı, bir resminiz var ki onun satmaya kıyamam dediğiniz var mı?’ diye sorduğumda Bedri Hoca’dan bir hayli ilginç yanıt aldım: “‹zmir'deki depom, buradaki resimler tabii sayı olarak çok. Binin üzerinde resim yapmışımdır. Bir şey söyleyeyim mi? satmaya kıyamazsan da fiyat koysam da yani Türkiye'de öyle kolayca resim satılmaz. Ayrıca bütün resimler benim için özel.” Tuval ile sevişiyorum Okul döneminde herkes tatile giderken, kendisinin tatil yerine okula geldiği yılları anlatan Bedri Karayağmurlar, “Resim yaparken neredeyse tuval ile bütünleşerek çalışıyorum. Benim için resim yapmak bir görevi yerine getirmek gibi bir şey değil, yaşama aşkı yani soluk almak gibi bir şey. Ben tuval ile sevişiyorum. Karşıdaki tuvali duvar gibi gördüğünüz zaman ya da üstünde başkalarının beklentisine de yanıt vermek amacıyla bir siparişi yerine getirir gibi çalıştığın zaman o şeyi yeteri kadar yapamazsınız. Adamın adı yok aklımda, ama şöyle diyor; o ne yaparsa yapsın büyük resim yapsın, isterse bir horoz resmi, isterse bir manzara resmi, onun resimlerine baktığımız zaman kime ait olduğunu hemen anlarsınız. ?imdi benim iddiam, benim resimlerimi bilen ve anlayan baktığında benim olduğunu anlar. Resim yapmak, siparişlerin yerine getirilmesi ve benzeri bir şey değildir yani en yakın tanıyorsunuz tanık olduğumuz kişi Fazıl Say beste yaparken ne hissediyorsa ressam da bunu hissediyor, şair neyi seviyorsa şiir yazarken, ya da yazar ne hissediyorsa bu iş böyle olur. Ama bütün bunları dışlayıp ressamlığı yalnızca teknik bir numaraya dönüş görürseniz; resim ortaya çıkabilir, herkes de beğenebilir, ama hiç kimse kusura bakmasın o sanatsal bir şey değildir çünkü sanat yeni biçimler yaratmaz, bu biçimler aracılığıyla bir üslubu yaratmaktır. Eğer kendinize ait bir üslubunuz varsa, bu üslup yeni biçimler ile örülmüş tekniğe hâkimiyetiniz sizin çalışmalarınız hemen hissediliyorsa, siz gerçekten sanatla uğraşıyorsunuz demektir. ‹nsanlar beğensin diye şarkı sözü ve besteler şimdi söylemiyorum zannedilerek yazılmış çok sayıda dizelerle bu oluşturunuz bir şeyler görürsünüz ne sözcük seçiminde ne yapısal olarak şiir değildir. Sanatçılık sadece ne olursa olsun gürültü çıkaran ille de bir şey çıkaran ille de boyayan ille de yaptıklarını sanatçı dediğiniz zaten kişi sanatçı denmiyor,” diye anlatıyor. Keyifli bir sohbet gerçekleştirdik Bedri Hoca ile. Sohbet bitmez, konular bitmez, bu derginin sayfalarına sığmaz yaşam. Biz yine de hocayla Ayvalık’ın en sevdiğim ortamı olan Şeytan’ın Kahvesi’nde buluşuruz. Şeytan Suat, kış geliyor bize kaynar ısmarlar, sohbete çevremizden katılanlar da olur, Ayvalık işte böyle bir kent. Bir ucunda yazarlar, şairler, ressamlar, şarkıcılar, film artistleri, bir başka ucunda ise söz yazarları, senaristler, tiyatro sanatçıları, bağlama üstatları.
GASTRONOMİ ÖDÜLÜGASTRONOMİ ÖDÜLÜGourmand World Cookbook Awards 2025 Dünyanın Gastronomi Oscar’ı olarak kabul edilen Gourmand World Cookbook Awards Ödülleri, bir ülkenin yemek kültürünün imajını oluşturmak ve dünyaya göstermek için çok önemli bir fırsat! Bu yıl ülkemiz bu fırsatı çok iyi değerlendirdi. Eserleriyle ülkemizi temsil eden birçok isim, yarışmada önemli başarılar elde ederek Türkiye’yi öne çıkardı. Portekiz’in sahil beldesi olan Cascais‘teki Estoril Kongre Merkezi’nde, 18-22 Haziran tarihlerinde 30. kez düzenlenen Gourmand World Cookbook Awards, Dünya Gıda Zirvesi (Cascais World Food Summit) kapsamında gerçekleşti. Edouard Cointreau’nun kurucusu olduğu Gourmand World Cookbook Awards, 1995 yılından beri her yıl farklı bir ülkede yapılıyor ve alanının en iyilerini seçiyor. Zirve öncesinde, 17 Haziran günü Lizbon’da, Chef Chakall’ın sahibi olduğu La Panamericana adlı muhteşem manzaralı restoranda, hoş geldin partisi gerçekleştirildi. Partide özellikle Asya kıtasından yazarlar, editörler ve yayınevlerinin baskın oluşu dikkat çekiciydi. Partiye en büyük katılımın Çin ve Japonya’dan oluşu gözlerden kaçmadı. Yazarlara en fazla devlet desteğinin verildiği ülkelerin Çin, Japonya, Kamboçya ve Mauritius olduğunu söyleyebiliriz. Parti, verimli kontaklar kurulmasına da vesile oldu. Dünyanın 82 ülkesinden gelen en önemli yazarların, editörlerin, yayınevlerinin buluşma noktası olan en prestijli yemek kitabı ödüllerinde, her sene olduğu gibi bu yıl da heyecan doruktaydı. Ülkemizden de birçok isim, eserleriyle yarışmaya katıldı. Türkiye, yarışmada önemli başarılarla öne çıktı. İşte ülkemizi temsil eden ve ödül alan kitaplar; • Prof. Dr. Yavuz Tekelioğlu’nun yazmış olduğu ‘’Yücider, Journal Of Geographic Indications’’ • Aslıhan Koruyan Sabancı’nın yazmış olduğu ‘’Mediterranean Cooking For Children’’ ve ‘’Nature’s Therapeutic Pecipes’’ • Berrin Bal Onur ve Neşe Aksoy Biber’in yazmış olduğu ‘’Peynir’’ kitabı • Ceylin Torgay’ın yazmış olduğu ‘’Şerefe Sanat’’ kitabı • Şef Çiğdem Alagök’ün yazmış olduğu "Apiko-Balık Yemekleri El Kitabı” • Sinan Hamamsarılar ve Simay Bülbül’ün yazmış olduğu “Ege’den Miras Sofralar’’ • Burkay Adalığ’ın yazmış olduğu “Kadehte Rakı Beyazı” kitabı • Ve daha önce dergimiz için kendisiyle kitabı hakkında söyleşi yaptığımız Şan Eylem Doğan tarafından yazılan ‘’Viskinin Gizemli Yolculuğu’’ oldu. Söyleşiyi, dergimizin Ocak/Şubat 2025 sayısında okuyabilirsiniz (https://www.izmirlife.com.tr/s/ocaksubat2025). Kültürel hazinemizi uluslararası yayın dünyasında taçlandıran eser sahiplerini candan kutluyoruz.
SERKAN AKSOYSERKAN AKSOYSerkan Aksoy ile moleküler gastronomi üzerine... Moleküler Gastronomi; Siz hiç kimya laboratuvarında pişirilmiş yemek yediniz mi? Aslında mutfakta, bilimsel teknikler kullanılarak hazırlanan bir yemekten söz ediyorum. Moleküler gastronomi bir bilim dalı ve moleküler mutfak da bu bilim dalının uygulama alanı... İlginç bir konu… Detaylarını Şef Serkan Aksoy’a sorduk. Serkan Aksoy’u sizden dinleyelim mi? 1987 yılında Bolu’da doğdum. Sekiz yıllık zorunlu eğitimi tamamladıktan sonra öncelikle sektöre "front house" dediğimiz tarafta başladım. Sonra aşçılarla dolu bir ailede büyüdüğüm için mutfak beni çağırdı diyebilirim. Salon komiliğinden çok keyif almıyordum. Dediğim gibi babam, abim ve köydeki çoğu yakınlarım aşçıydı. Annem ev hanımı… Açık öğretim lisesini bitirdim. Üniversiteyi de kazandım ama bitirmeye vakit bulamadım. Çünkü her şey çok hızlı gelişmeye başladı. Ben birçok şeyi mutfağın içinde öğrenenlerdenim. Ama bunu da şöyle açıklıyorum; kariyer hayatımda bir yerlere geldikten sonra tekrar başa dönüp İstanbul’un iyi restoranlarında gerektiğinde daha alttan başlayarak kendimi geliştirdim diyebilirim. Şu anda Nicole Restoran'ın Executive şefiyim. Michelin Rehber'in Türkiye’ye ilk geldiği yıldan itibaren her yıl bir Michelin yıldızı alıyoruz. Bu yıl 1 yıldıza servis ödülünü de ekledik. Gault&Millau'dan da üç kep alma başarısı gösterdik. Bu yıl ek olarak "En İyi Yemek Tasarım Ödülü"nü kazandım. Mutfakla tanışmanız nasıl oldu? Sonra samimiyeti nasıl ilerlettiniz? Küçükken yaz sonu yazlıklardan bütün şefler köye döner ve akşam misafirliklerde hep yazın mutfaklarda neler olduğunu konuşurlardı. Benim ilgimi çok çekerdi mutfak ile ilgili konular… İlkokulda bile hep aşçı olacağımı söylerdim mesela. Dünyada sürekli yeni trendler gündeme geliyor. Ama önce ‘’Gastronomi’’ ne anlam taşıyor anlatır mısınız? Gastronomi neleri kapsıyor? Evet başlarken böyle bir yere geleceğini düşünmemiştim açıkçası. Gastronomi sadece yemek pişirmek değil, aslında malzemeyi, doğayı, bulunduğun kültürü bilmek, kendi bakış açınla yorumlamak ve onu misafire ya da sunulan kişiye geçirebilmek… Trendler konusunda daima güncel kalmak gerekiyor. Dediğiniz gibi her dönem değişiyor. Gastronomi oldukça geniş bir alanı kapsıyor. Yiyecek ve içecek bilgisi, malzemelerin kökeni, mevsimsellik, pişirme teknikleri, sunum ve estetik, misafirperverlik gibi birçok önemli konuyu içinde barındırıyor aslında… Bu çerçevede "Moleküler Gastronomi" ilgimizi çekti. Merak ediyoruz; nedir bu moleküler gastronomi? Bilimsel bir disiplin olarak nitelendirilebilir mi? Yemek pişirme süreçlerini bilimsel yöntemlerle ele alan, bu bilgi ile yaratıcı tabaklar yapmak için kullanan bir mutfak disiplini diyebiliriz. Geleneksel pişirme yöntemlerini değiştirmeye ve daha farklı dokular, tatlar ortaya çıkarmaya yarayan, mutfağa bilimsel bir bakış açısı getiren bir disiplin… Nereden çıktı moleküler gastronomi, bir ihtiyaçtan mı doğdu? Klasik mutfağın sınırlarını zorlayan bilim insanları ve şeflerin çalışmaları ile ortaya çıktı diyebiliriz.
MEHTAP SÜNER SUSUZLUMEHTAP SÜNER SUSUZLUTarım yapan bir çiftçi, doğa aşığı bir gözlemci, iki genç kadının annesi; MEHTAP SÜNER SUSUZLU Biz erkekler ne denli beylik laflar etsek, kadınların mücadeleleri ile ilgili türlü türlü ahkâmlar kessek de, sanki onları anlıyormuş, anlayabilecekmiş gibi hallere girsek de, sanırım neler yaşadıklarını, neler hissettiklerini tam olarak asla anlayamayacağız. Tıpkı onların bizi tam olarak anlayamayacakları gibi. Ama her zaman onların savaşımları, acıları, sorumlulukları bizimkilerden çok ve ne yazık ki biz erkeklere karşı ve erkeklerden dolayı olmuştur. Her ne kadar Cumhuriyetle birlikte kadınlar hukuki bazı haklarını kağıt üzerinde elde etmiş olsalar da, gerçek hayatta, evde bu hakları kullanabilmesi her zaman mümkün olmamıştır. Çünkü duvarların arkasında başka yasalar, başka kurallar geçerli olmuştur daima. İşte bazen, tüm bu acıları ve çıkmazları yaşayan bir kadın, kendi iç dünyasındaki fırtınaları kağıda döküverir, satır satır işler kelimelerle beyaz sayfaları. Sessiz bir çığlık, edebiyatın kollarında haykırır dünyaya yaşanmışlıkların geride kalan tortularını, en sonunda, özgürce. Mehtap Süner Susuzlu, adeta zamanda yolculuk yaptıran “Bir Karanfil Hayat” romanında, bir kadının kendisi olabilme mücadelesini, edebi haz veren estetik ayrıntılarla anlatıyor. Eğitimci bir babanın ve sanatçı bir annenin kızı olan Susuzlu yaşamını Urla’nın bir köyünde devam ettiriyor. Mehtap hanım bize zaman ayırdığınız için öncelikle teşekkür ederiz. “Şimdi Evimdeyim” öykü kitabınızın ardından ilk romanınız “Bir Karanfil Hayat” okurlarıyla buluştu. Öyle ince, nakış gibi işlenmiş, duygu dolu bu satırların yazarını öncelikle bir tanımak isteriz, kimdir Mehtap Süner Susuzlu? Yedi yaşımdan bugüne iyi bir okurum. Sessiz çocukların içindeki fırtınaları görmeye davet etmek isterim buradan genç anne ve babaları. 1967 İzmir doğumluyum, bu arada fen mezunu bir genç kız olarak adım attığım üniversite yıllarım kimya mühendisliğinde devam ederken, 40 yaşımdan sonra dönüştüğüm kişi beni de çok şaşırttı. Bugün Urla’nın bir köyünde yaşayan ve tarım yapan bir çiftçi, doğa aşığı bir gözlemci, iki genç kadının annesi, üç güzel torunun anneannesi, iki tarihi taş konağın işletmecisiyim. Mutfak ve yazmak arasındaki benzer yaratım sürecinin de izlerini sürüyor, sonsuz iki kapıdan eş zamanlı geçmeye devam ediyorum.